Duvardaki S-400

“Eğer oyunun birinci sahnesinde duvarda asılı bir silah varsa, o silah üçüncü sahnede patlamalıdır” der Anton Chekhov. Şimdi izlediğimiz filmin bütün karelerinde silahlar var. F-35 ve S-400 en çok kareye giren silahlar.

Yaklaşık yüzyıl yıl önce çekilen bir film de böyle karelerle başlamıştı. Ege denizinde Yunanlar ile olan çekişmeden dolayı, 1911’de, Osmanlı Devleti donanmasını modernize etmek için İngiltere’den iki savaş gemisi sipariş etmişti.

1914 ortalarında, Armstrong-Withworth şirketi tarafından yapımı tamamlanan gemileri hem teslim almak hem de son taksidi ödemek için Rauf (Orbay) bey başkanlığında bir heyet Londra’ya gitmişti.

Bilahare gemilerin son taksidi de ödenmiş ve teslimat bekleniyordu. Ancak isimleri “Sultan Osman” ve “Reşadiye” olarak belirlenmiş ve Osmanlı bayrağı çekilmiş gemilerin teslimi 1 Ağustos 1914’de Winston Churchill tarafından iptal edildi.

Reşadiye Dretnotu

Osmanlı Devleti’nin Almanya ile olan gizli anlaşmasından haberdar olan İngilizler, bu gemilerin ve gemilerdeki teknolojinin Almanların eline geçmesini istemiyorlardı. Osmanlı Devleti henüz bir savaşa girmemişti ama kamuoyunu savaşa hazırlamak amacı ile yoğun bir propaganda yapılıyordu. Ve İngilizler bunu biliyorlardı.

Almanlar, Osmanlı Devleti’nin askeri ve ekonomik açıdan sorunlu olduğunu biliyorlardı. Ama İngiliz ve Fransız sömürgelerindeki Müslüman halkı harekete geçirebilir ve Boğazları Ruslara kapatabilirdi.

Ne yapıp ne edip Osmanlı Devleti’ni kendi saflarında savaşa sokmalıydılar. Osmanlı Devleti evvela İngiltere-Fransa ittifakında yer almak istemişti. Ama İngiltere ve Fransa paylaşmayı düşündükleri Osmanlı Devleti’ni adeta Almanya’ya doğru itiyorlardı.

I. Dünya Savaşı başlamıştı. Akdeniz’de İngiliz ve Fransız savaş gemileri tarafından sıkıştırılan iki Alman savaş gemisi Goeben ve Breslau, Çanakkale Boğazı’nı geçerek Osmanlı Devleti’ne sığındı. Parası ödenip de teslim edilmeyen iki gemiye misilleme olarak, Osmanlı Devleti bu gemileri satın aldığını deklare etti.

Osmanlı bayrağı göndere çekildi ve gemilerin isimleri Yavuz Sultan Selim ve Midilli olarak değiştirildi. Ama gemilerin kaptan ve mürettebatı değiştirilmedi. Hatta Alman mürettebat, başlarına fes bile taktılar. Bu iki geminin komutanı olan Alman Amiral Souchon da Osmanlı Donanma Komutanlığı’na getirildi.

Amiral Souchen ve Personeli

Amiral Souchon komutasında tatbikat bahanesi ile Karadeniz’e açılan Yavuz ve Midilli, Rusya limanlarını topa tuttu. Böylece 11 Kasım 1914’te Rusya, İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. Yani eski müttefik İngiltere’den alınacak savaş silahı yerine karşı kutup Almanya’dan alınan savaş silahları Osmanlı’nın sonunu getirdi.

Bugün de Türkiye, proje ortaklarından biri olduğu ve ücretinin bir kısmını ödediği müttefiklerinin son model hava silahı  F-35 uçaklarını istiyor. Ama ABD Senatosu bu uçakların Türkiye’ye verilmesini engelleyen kararlar aldı.

Şimdilik bu kararlar geçici. 90 gün içinde ABD Savunma Bakanlığı, Türkiye’nin kısaca iyi bir müttefik olup, olmadığını araştıracak bir raporu Kongre’ye sunacak.

Erdoğan’ın Rusya ile olan işbirliği ve F-35 teknolojisini Rusya ile paylaşma ihtimali bu karara ana sebep olarak gösteriliyor. Erdoğan’ın savaş retoriği ve eksen kaymasından dolayı Türkiye’ye silah ambargosu değişik boyutları ile uygulamaya konuluyor. Bir taraftan Batı’dan silah talebinde bulunan Erdoğan, paradoksal olarak, özellikle F-35 ile uyumlu çalışması imkansız S-400’leri istiyor.

Kimi hükümet yetkilileri S-400’lerin 2019 yılının başında, kimileri de aynı yılın ortasında teslim alınacağını ifade ediyor. S-400’lerin konacağı yer hazırlanıyor. Ama S-400’lerin kullanımını öğrenmek için Rusya’ya giden veya öğretmek amacı ile Rusya’dan gelen personelin haberi henüz bilinmiyor.

S-400’ler Türkiye’ye yerleştirildikten sonra bunların Ruslar tarafından kullanılacağı ve Türk personelin zaman içinde Ruslar tarafından eğitileceğini Habertürk gazetesinden Fatih Altaylı ifade etmektedir.

Halbuki F-35’leri, 2020 ila 2021’de bir kısmı teslim verilmesi planlanan Türkiye, eğitim amaçlı olarak ABD’ye personel göndermiş ve bunların eğitimi devam ediyor.

Eğer S-400’ler Türkiye’ye yerleştirilir ise Türkiye’de Rusya’ya ait en az bir üs kurulacaktır. Mesela Malatya Kürecik’te kurulan Patriotlar için bir ABD üssünün kurulduğunu 2017 tarihli Department of Defense Base Structure Report’tan öğreniyoruz. Yani füzelerle beraber bir üssün kurulması zorunludur. Bunun da üç önemli sonucu vardır:

İlki, Çar I. Petro (ö.1725) tarafından belirlenen sıcak sulara inme hedefinde bir aşama daha geçilmiş olacaktır. 1733 yılında Hünkar İskelesi Antlaşması ile II. Mahmut tarafından Ruslara verilen imtiyazların benzeri, II. Mahmut’tan sonra ilk defa verilmiş olacaktır.

Ayrıca, Stalin’in İnönü’den isteyip alamadığı üsler Erdoğan tarafından Putin’e verilmiş olacaktır. Stalin dönemi Sovyet dışişleri bakanı Molotov, Moskova Büyükelçisi Selim Sarper ile olan çeşitli görüşmelerinde Boğazlarda ortak üs kurma talebi ile Kars, Ardahan, Artvin sınırlarında düzeltme talebinde bulunmuş ama bu talepler reddedilmiştir.

İkincisi ise Radio Free Europe’un bildirdiğine göre ABD’nin dünyada 35, Rusya’nın ise 9 üssü vardır.

Bu listeye ABD’nin Suriye’de yeni kurulan üsleri dahil değildir. Eğer S-400 alınırsa Türkiye’de Suriye’den sonra, topraklarında hem ABD üssü hem de Rusya üssü olan tek ülke unvanını alacaktır Türkiye.

Bunun bir anlamı; Soğuk Savaş döneminde dünyada kurulan “Dehşet Dengesi”, Türkiye topraklarında yeniden kurulacak demektir. Sanırım Türk vatandaşları tarihte, bu denli bir yaşamsal risk ile karşı karşıya kalmamıştır.

Üçüncüsü ise Sputniknews’in Gazeta.ru’dan aktardığı göre Rusya S-400’lerin kodlarını Türkiye’ye vermeyeceğini deklare etmiştir.

S-400’ler Türkiye’de olsa bile kontrolü Rusya’da olacaktır. Bunun tehlikesi, Yavuz ve Midilli gemilerinin misyonu S-400’lere verilmiş demektir ki. Mesela S-400’ler, İncirlik’e inip kalkan bir ABD uçağına kilitlense ne olur?

Bakalım duvara asılı S-400’ler kaçıncı sahnede patlayacak. Eğer filmin maliyeti artarsa, senaristin senaryoyu değiştirmesi gerekebilir. Bazı oyuncuları da filmden çıkarabilir.

 



About Me

Ali Agcakulu is an academic, author, and columnist. After he graduated from the Graduate School of Social Sciences at the Yildiz Technical University in 2016, he worked as a Postdoctoral research fellow at The Catholic University of America. He published two books; “The Brief History of Kurdish Nationalism” and “Said Nursi’s Political Theory or The Reform of Islamic Political Thought”. As a journalist, he was a columnist with Rota Haber and Ocak Medya news websites between 2015-2019. He also has many academic and semi-academic articles published in various magazines and newspapers. He is currently a columnist with the Ahval News website. His expertise is on the history and philosophy of Turkey’s relationships between religion and politics.

Haber bülteni

%d blogcu bunu beğendi: