Ergenekon’un HDP üzerinden Erdoğan ile hesaplaşması

Devlet idaresine daha fazla iştirak etme arzusu, vatandaşların politize olması ile sonuçlanmıştır. Türkiye’de 1950’li yıllardan itibaren vatandaşlık bilincinin gelişmesine paralel olarak halk her gün daha fazla siyasetle meşgul olmuştur. Vatandaşın politize olması ise, halkın zihniyetini ve fikriyatını yukarıdan aşağıya doğru kendi amaçları doğrultusunda değiştirmek isteyen jakoben Türk devletine, topluma daha fazla müdahale etmesi için yeni bir kanal daha açmıştır. Devlet, artık siyasi partiler eliyle de toplumu denetim altına alma, yönlendirme ve dönüştürme fırsat ve kolaylığı elde etmiştir.

Böylece devletin resmî kurumlarının yürüttüğü toplumu eğitme ve devletin hedefleri doğrultusunda dönüştürme programına, sivil görünümlü siyasi partiler de iştirak etmeye başlamışlardır. Türkiye’de siyasi partiler, devletin örgün eğitim kanallarının yanında, yaygın eğitim araçları oluşturarak, devletin vatandaşı dönüştürme programına hizmet etmişlerdir.  

CHP’nin Halkevleri ve Köy Odalarından başlayan bu yaygın eğitim geleneğini siyasi partiler kurdukları ocak ve vakıf gibi çeşitli dernekler ile sürdürmüşlerdir. Zaten partilerin il, ilçe ve belde teşkilatları ya mezkûr derneklerle işbirliği halinde veya kendilerinin bizzat organize ettikleri konferans ve seminer gibi etkinliklerle devletin hedefleri doğrultusunda toplumu eğitmişlerdir. Siyasi partiler, etkiledikleri medya araçlarını da aynı amaçlar doğrultusunda kullanmışlardır. 

Durum bu minval üzere olunca, devlet siyasi partilerin çoğunu ya bizzat kendisi kurmuş veya kurulan siyasi partileri, elindeki araçları kullanarak denetim ve kontrol altına almaya çalışmıştır. Kontrol edemediği veya kendi hedeflerine ters gördüğü partileri ise kapatmıştır. Devlet partileri kurarken veya denetim ve kontrol altına alırken ya da kapatırken derin bir siyaset mühendisliği sergilemiştir. Mebdeden günümüze Türkiye Cumhuriyeti’nde değişmeyen bir olgudur bu durum. Seçim sistemi ve oy sayım sisteminde yapılan değişiklikler hep birer siyaset mühendisliği çalışmasıdır. Yoksa adaletli bir temsili gerçekleştirmek için değildir. 

Hemen Cumhuriyet’in ikinci yılında kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Partisi ile devletin bir muvazaa partisi olarak kurup, birkaç ay sonra kapattığı Serbest Cumhuriyet Partisi’nden, son günlerde devletin kurmaya çalıştığı partilere veya  operasyonlara maruz kalan HDP’ye ya da seçim sistemi ile ilgili çalışmalara kadar yüzlerce örneğin hepsi siyaset mühendisliği çalışmasıdır. Burada hepsini anlatmak zor olacağından siyaset mühendisliğine örnek olabilecek birkaç misal anlatıp günümüzde ne yapılmak istendiği üzerinde durmak istiyorum.

27 Mayıs Anayasasının verdiği özgürlükten istifade eden Türkiye İşçi Partisi (TİP) 1961 yılında kurulmuştu. Sol sendikacılar tarafından kurulan TİP, 1965 seçimlerinde çoğunluk sisteminin uygulanmasından istifade ederek, %3 civarında oy alarak 15 milletvekili ile Meclis’te temsil edilmişti. TİP 1968 kısmi senato seçimlerinde ise oylarını %4,7’ye yükseltmişti. TİP’in başarısı ve oy potansiyelinden rahatsız olan askerler, 12 Mart 1971 Muhtırasından sonra TİP’i kapatmış ve liderlerini tutuklamışlardı.

Radikal solu bitirmek isteyen askeri rejimin, mezkûr siyaset mühendisliği CHP’ye yaramıştı. TİP kapatıldığında CHP’nin başında İsmet İnönü vardı. Fakat 1972’de beklenmeyen bir şey olmuş ve Bülent Ecevit CHP’nin yeni genel başkanı seçilmişti. “Ortanın solu” ideolojinin mimarı Ecevit, sol oyları toplamakta zorlanmamış ve CHP’nin oylarını %27’den %33’e çıkararak birinci parti yapmıştı. TİP ve diğer solun oyları olduğu gibi CHP’ye akmıştı.         

12 Eylül 1980 İhtilalini gerçekleştirerek devleti ele geçiren darbeciler, oluşturdukları Milli Güvenlik Konseyi eliyle hakimiyet icra ediyorlardı. Konsey başkanı Kenan Evren idi. 1982 Anayasasının ve Evren’in Cumhurbaşkanlığı’nın %92 ile kabul edilmesinden sonra, Nisan 1983’te yeni bir seçim yasası hazırlanmış ve siyasi faaliyetler serbest bırakılmıştı. Serbest bırakılmıştı derken, bu herkesin kullanabildiği bir hak değil idi. Sadece Evren’in izin verdiklerinin kullanabilecekleri siyasi bir haktı.

6 Kasım 1983’te yapılacak seçimlere %10 barajı konularak ilk eleme yapılmış ve yeni rejimin istemediği partilere Meclis yolu kapanmıştı. Yine de bu istenmeyen partilerin propaganda faaliyetlerine engel olmak için, seçimlere girmelerine de müsaade edilmemişti. 

Evren’in kendi ifadesi halkın sağ ve sol siyasi eğilimleri göz önünde bulundurularak sağda iki, solda ise bir partinin seçimlere girmesine müsaade edeceklerdi. Sağda tek parti olursa, Meclis’te Anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahip olabilirlerdi. Bu tehlikeli bir durumdu. Bundan dolayı sağda iki parti bulunmalıydı. Solda da bir parti. Solda iki parti olursa solun oyları parçalanacak ve bir parti Meclis’in dışında kalabilirdi ve bu durumda sağ yine fazla güçlenecekti. Bu da istenmiyordu.

Evren, eski meslektaşı Turgut Sunalp’a Milliyetçi Demokrasi Partisi’ni kurdurarak sağın oylarını burada toplamayı hedefledi. Darbe hükümetinin Başbakan Yardımcı olan Turgut Özal’ın kurduğu ANAP’ın seçimlere girmesine de izin vererek sağın ikinci partisini belirledi. Özal, Evren’in ekonomi için seçtiği bir devlet adamıydı. Onu bilip tanıyordu. Partiyi kurunca irtica ve faşizm ile ilgili uyarılarını yaparak seçime girmesine müsaade etti. Özal’a muhalefet rolü uygun bulmuştu. Ama öyle olmadı. Demirel, Erbakan ve Türkeş’in perde arkasında kurdukları partileri veto etti.    

İsmet İnönü’nün özel kaleminde çalışan Nejdet Calp’a da Halkçı Partiyi kurdurarak sol oyların yönünü belirledi. Bu arada Erdal İnönü’nün kurduğu diğer sol parti SODEP’i veto ederek, Halkçı Parti’nin karşısına sol bir alternatifin bulunmasını engelledi. Bu arada Ecevit’in partisi de veto yemişti. 

 Özal’ın birinci parti olması dışında yapılan siyaset mühendisliği başarı ile uygulandı. Özal da Evren ile karşı karşıya gelmemek için olağanüstü gayret göstermiştir. 12 Eylül’ün bu siyaset mühendisliği uzun yıllar geçerliliğini korumuştur.

Şimdi de özellikle HDP üzerinden yürütülen başka bir siyaset mühendisliğe şahit oluyoruz. Siyaset mühendisliği başladığına göre ülke seçim sath-ı mailine girmiş demektir. Seçimin zamanını ise mühendisliğin başarısı belirleyecektir. Devletin merkezi Genelkurmay Başkanlığı’ndan MİT’e taşındığı için artık mühendislik çalışmaları buradan yürütülüyor. 

Türkiye’de Cumhur ve Millet ittifaklarından hangisinin seçimleri kazanacağına artık Kürtler ve Kürtlerin oylarının biriktiği parti HDP karar verecektir. Yapılan anketler, her iki koalisyonun oylarının birbirine yakın ve asıl belirleyici olanın ise Kürt oyları ve HDP olduğunu söylüyor. Ne yaparlarsa yapsınlar bir sonraki Cumhurbaşkanını Kürtler belirleyecektir.

Kürtlerin seçimlerde belirleyici bir konumda bulunmaları ile Erdoğan ve Ergenekon arasında yarım kalan hesapların yeniden görülmeye başlanmasının eklenmesi, Türkiye’de yükselen siyasi tansiyonun temel sebeplerindendir. Her şeyden evvel ekonomiyi batırmış, ülkeyi hak, hukuk ve özgürlükler açısından yüzyıl geriye götürmüş, Türkiye dostlarını küstürmüş düşmanları ile aynı yatağa girmiş, hülasa devletin bütün kurumlarının çökertmek sureti ile büyük suçlar işlemiş bir koalisyon var. Bu dönemde işlenen suçların faturası kime kesilecek? Her iki ortak da faturayı karşı tarafa yüklemek için zemin hazırlıyor. İşte Devlet Bahçeli’nin “HDP kapatılmalı” talebine bu gözle bakılmalıdır. 

Bahçeli, HDP’nin kapatılması suretiyle, Kürt oylarının tıpkı yerel seçimlerde olduğu gibi CHP’ye akacağını ve bu surette Erdoğan’ın sert bir şekilde çakılacağını biliyor. Tepe üstü çakılan AKP’ye ortaklık döneminde işlenen suçları yüklemek ve yarım kalan hesapları görmek kolay olacaktır. MHP’nin bürokrasideki gücüne güvenerek, iktidara kim gelirse gelsin MHP ile çalışmak zorunda kalacağın düşünüyor. Tıpkı AKP’nin mecbur kalması gibi. HDP’yi resmi olarak Meclis dışında bıraktıktan sonra, zaptiye marifeti ile Kürt hareketini daha da geriletebileceği düşünüyor Bahçeli. Ama yanılıyor. Kürt hareketi, devletin her müdahalesinden güçlenerek çıkmıştır. Tarih buna şahittir. 

Erdoğan kendisine kurulan tuzağı fark etti mi bilmiyorum ama HDP’nin kapatılmasının, AKP’nin eriyen oylarını arttırmayacağını biliyor. Bilakis Bahçeli’nin bu talebinin AKP’ye daha da zarar ettireceğinin farkında. Bundan dolayı HDP’yi kapatmak dışında bir formül ile etkisizleştirmeye çalışıyor. Ama MHP’nin de bir şekilde gönlünü almak zorunda olduğunu biliyor. Bundan dolayı HDP’ye ve Kürtlere yüklenmeye devam edecektir. 

Erdoğan’ın hedeflerinden biri de muhafazakâr Kürtlerin oylarını HDP’den AKP’ye aktarmak veya devletin denetimindeki başka bir Kürt partisine aktarmaktır. Son zamanlarda HDP’nin muhafazakâr milletvekilleri olan Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Hüda Kaya’ya yapılan saldırıların sebebi budur: HDP’yi marjinal bir partiye dönüştürmek. AKP’nin ikinci hedefi ise HDP’yi polis, jandarma, yargı ve kayyumlar eliyle kımıldayamaz ve siyaset yapamaz hale getirerek, MİT’in kontrolündeki alternatif Kürt partilerine alan açmaktır.

Cumhur İttifakının iki ortağının oyları ortaklıklarından dolayı erimektedir. Bundan dolayı her iki ortak da bir şekilde bu ortaklığa son vermeye ve bunun için bahaneler üretmeye çalışıyor. Sancı büyük. Hesap büyük. Daha büyük çatışmaların kapıda olduğunu söylemek mübalağa olmayacaktır. Bakalım kim kazanacak? Erdoğan mı, Ergenekon mu?



About Me

Ali Agcakulu is an academic, author, and columnist. After he graduated from the Graduate School of Social Sciences at the Yildiz Technical University in 2016, he worked as a Postdoctoral research fellow at The Catholic University of America. He published two books; “The Brief History of Kurdish Nationalism” and “Said Nursi’s Political Theory or The Reform of Islamic Political Thought”. As a journalist, he was a columnist with Rota Haber and Ocak Medya news websites between 2015-2019. He also has many academic and semi-academic articles published in various magazines and newspapers. He is currently a columnist with the Ahval News website. His expertise is on the history and philosophy of Turkey’s relationships between religion and politics.

Haber bülteni

%d blogcu bunu beğendi: