Sahte bayrak operasyonu ve Mısır  

Rejimi değiştirmeyi hedefleyen iktidarların ilk yaptıkları icraatlardan biri de devletin dış politika eksenini, uluslararası ittifaklarını ve dost/düşman ülke tanımlamalarını değiştirmektir.

Bu sayede mevcut rejimin kendisine meşruiyet ve tanınırlılık sağladığı dış politika araçları zaman içinde zayıflar ve ortadan kalkar. Böylece rejim değişikliğinin önündeki dış engellerden biri kalkmış olur.

Bunun en güzel örneğini yakın zamanda İran sergilemişti. 1979 İran Devrimi’nden sonra İran’ın düşmanları dost, dostları da düşman olarak tanımlanmaya başlanmıştı.  

Türkiye’nin, Lozan Antlaşması’ndan itibaren, içeride sürdürdüğü sekülerleştirici ve Batıcı politikalarla uyumlu olan dış politikasının temelini Batı ile entegrasyon oluşturmaktaydı. Türkiye’nin Balkan ve Ortadoğu ülkeleri ile kurduğu ittifaklar, NATO’ya giriş ve Avrupa Birliği serüveni gibi politik tercihler, Batı ile entegrasyon politikalarının bir sonucudur.

Bu bir yönüyle Osmanlı Devleti’nin devamı olmak demekti. Çünkü Osmanlı Devleti de kendini bir Avrupa Devleti olarak görüyordu. Bu durum 1856 Paris Antlaşması ile resmi bir hüviyet kazanmıştı. 

Bu dış politika paradigması Türkiye’yi bir Avrupa ülkesine dönüştürmekteydi. Türkiye’nin bu dönüşümü bir taraftan Sovyet Rusya’dan gelen tehditlere karşı güvenliği sağlarken, diğer taraftan Türkiye’ye Ortadoğu, özellikle Arap ülkeleri ile Batı arasında siyasi, ekonomik ve kültürel bir köprü hüviyeti kazandırarak, stratejik derinlik sağlıyordu.

Hergün daha da kuvvetlenen Türkiye’nin Avrupalılık kimliği, Arap ülkelerinin de bakışını olumlu etkileyerek, Türkiye ile bu ülkeler arasında başarılı ilişkilerin kurulmasını sağlıyordu. Hatta Türkiye’nin İsrail ile olan dostane ilişkileri dahi, Türkiye’nin Arap ülkeleri olan ilişkilerine müspet bir katkı sağlamıştır.

17/25 Aralık 2013’te başlayan rejim değişikliği 15 Temmuz 2016’da tamamlandı. Türkiye artık “laik ve demokratik” bir ülke olmayıp, “nasyonal teokratik” bir ülkeye dönüşmüştür. Biraz İslamcı, biraz Türkçü ve biraz da Neo Osmanlıcı olan bu melez rejim iç politikadaki saldırganlığı ile uyumlu olarak, dış politikada da saldırgan ve agresif bir politika takip etmiştir.

Bir taraftan eski rejimin geleneksel dış politikası bilinçli bir şekilde tahrip edilirken, diğer taraftan Erdoğan ve rejimine can verecek yeni ittifaklar ve yeni dost/düşman ülkeler belirleyerek kendine meşruiyet alanları kurmaya çalışmıştır. Eski dostlar yeni düşman, eski düşmanlar da yeni dostlara dönüşmeye başlanmıştır. Tıpkı İran’da olduğu gibi. 

17/25 Yolsuzluk operasyonlarının ve 15 Temmuz darbe teşebbüsünün arkasındaki gizli gücün ABD olduğu düşüncesi Türkiye’yi Batı’dan, Rusya-Çin-İran eksenine sürüklemiştir. Bu Erdoğan’ın bilinçli tercihidir. Erdoğan’ın bu tercihinde etkili olan bir diğer olay ise Mısır’da ordunun yönetime el koymasıdır. Erdoğan’a yakın yazarlar bu darbenin de arkasında ABD olduğunu açık açık yazmışlardı zaten.

 3 Temmuz 2013’te Mısır Ordusu’nun Müslüman Kardeşler (İhvan) İktidarını devirip yönetime el koyması, aynı zamanda, Erdoğan’ın Mısır ve Arap ülkeleri ile olan ilişkilerinde belirleyici bir faktör olmuştur. İhvan ideolojisinin kültür ortamında yetişen Erdoğan, Muhammet Mursi için hazırlanan sonun, kendisi için de muhtemel olabileceğini düşünerek, Mısır iktidarını ele geçiren Abdülfettah Sisi ile mücadele etmeye ve devrilen İhvan’ı açık ve gizli şekilde desteklemeye ve hatta İhvan’ın bir numarası gibi davranmaya başlamıştır. İhvanı hedef alan herkesi de düşman olarak görmeye devam etmektedir. Suudi Arabistan ve Mısır başta olmak üzere birçok Arap ülkesinin İhvan’ı kendi terör listesine aldığını unutmayalım.  

İşte Yeni Türkiye’nin yeni dış politikasının temel taşları böyle döşendi. Elbette 2010’daki Mavi Marmara provokasyonunu da eklemek gerekiyor. Bu provokasyon, Türkiye’nin İran ile beraber Hamas, Hizbullah ve El-Kaide türü örgütleri kullanarak İsrail’i kuşatma planını hayata geçirmesine zemin hazırlamıştı. Türkiye’nin İsrail ile bilinçli bozduğu ilişkiler, Arap ülkeleri ile ilişkilerinin bozulmasına etki etmiştir. Çünkü bu popülist politikalar Arap devletlerinin kendisinden ziyade halklarının sempatisini kazanmaya yönelik ki, Neo Osmanlıcılık politikalarına zemin hazırlama girişimiydi.   

Anlaşılacağı üzere bu politikalar Türkiye’nin çıkarlarına göre değil, Erdoğan’ın ikbal endişesine göre şekillenmiştir. Devlet politikası rafa kalkmış, rejim ve rejimin belirleyicisi olan Erdoğan’ın beklentilerine göre Türk dış politikası uygulamaya konulmuştur. 

Erdoğan’ın İhvan’ı desteklemesi Türkiye ile Mısır (ve diğer Arap ülkeleri) ilişkilerinin bozulmasını tetiklemiş, Neo Osmanlıcılık oyunları ile Halifelik rüyaları bu ilişkileri tamir edilemez boyuta getirmiştir. Erdoğan’ın İhvan sırtından Halifelik devşirme planları gibi akılsız politikalar, Arapları küçümseyen bir bilinçaltının ürünüdür. Sanki Araplar Osmanlı Devleti’ne karşı bir özgürlük mücadelesi vermemiş, bağımsızlıklarını kanları ile elde etmemişler. Sanki Arapların hiçbir iradesi yokmuş da Erdoğan Halifelik sancağını kaldırınca, bütün Araplar hemen koşarak, onun altında toplanıp Erdoğan ile beraber Batı’ya ve İsrail’e karşı yeniden yürüyüşe geçeceklermiş gibi cahilce bir kibir ile bakmıştır.  

Asıl tamir edilmesi gereken bu bilinçaltı ve bu bilinçaltının ürünü politikalardır. Türkiye resmen Suriye’den başlayarak Arapların topraklarını işgale başlamış, adeta Arapların bağrına hançer saplar gibi Irak, Suriye, Katar, Libya, Sudan ve Somali’de askeri üsler kurmuş, Arap Birliği’nden Katar gibi bazı ülkeleri devşirerek, Arap Birliği’nin etkisini kırmaya ve onu parçalamaya çalışmaktadır. Şimdi de sanki Araplar bu yapılanların farkında değilmiş gibi Mısır’a şirinlik yapıp, sahte gülücükler savurmaktadır. 

Erdoğan’ın nasyonal teokratik rejimi içeride başarısız olmuştur. Halk fakirleşmiş ve iktidarları deviren tencere kaynamamaya başlamıştır. İçerideki müttefikinin Erdoğan’ın ayağının altındaki sandalyeye ne zaman tekme atacağını Erdoğan da bilmiyor. Kendini güvende hissetmiyor ve korkuyor. Korktukça dışarıdan bir medet arıyor.

Bundan dolayı düne kadar ağzını doldurarak höykürdüğü Fransa, İsrail ve Mısır’a ince ipler atarak onlara tutunmaya ve kendini kurtarmaya çalışıyor. Mavi Vatan hikayesinin bir “sahte bayrak” operasyonu olduğunu, Mısır dahil herkes farkına varmış durumda. Kimse bu konuda Erdoğan kabinesinin yaptığı müspet veya menfi açıklamalara itibar etmiyor. İşgal ettiği Arap topraklarında (Suriye) kalıcı olmak için dikkatleri Mavi Vatan hikayesine çevirdiğini sanırım herkes biliyor. Artık bilmeyenler de biliyor.    

Ülke de Erdoğan da problemler sarmalında debeleniyor. Eğer dış politikada yeni bir sayfa açmak istiyorsa, ilk bozduğu noktadan başlamasını tavsiye ederim. İsrail ile normalleşme diğer sorunların da çözülmesine yardımcı olacaktır. Artık bunu Erdoğan da biliyor. 



About Me

Ali Agcakulu is an academic, author, and columnist. After he graduated from the Graduate School of Social Sciences at the Yildiz Technical University in 2016, he worked as a Postdoctoral research fellow at The Catholic University of America. He published two books; “The Brief History of Kurdish Nationalism” and “Said Nursi’s Political Theory or The Reform of Islamic Political Thought”. As a journalist, he was a columnist with Rota Haber and Ocak Medya news websites between 2015-2019. He also has many academic and semi-academic articles published in various magazines and newspapers. He is currently a columnist with the Ahval News website. His expertise is on the history and philosophy of Turkey’s relationships between religion and politics.

Haber bülteni

%d blogcu bunu beğendi: