Şah Fırat Operasyonunun zamanlaması manidar.
Gerçi bir operasyondan ziyade olay, türbede görevli personelin BM, ABD, SURİYE, IŞİD ve YPG (Kobani Kantonu) ile anlaşarakTürkiye’ye getirilmesinden ibaret.
Bu basit sevkiyatta bile, kaza eseri bir askerimiz şehit oldu. İyi ki herhangi bir çatışma yaşanmadı…
ABD, IŞİD’e müdahale etmek için uygun zamanı bekliyordu.
Müdahale zamanı yaklaştığından olsa gerek, Türkiye’nin Süleymanşah türbesindeki askerlerini çekmesi uygun görüldü.
Askerlerin çekilmesi ve türbenin tamamen Türk askerlerince imha edilmesi, ABD’nin hava ağırlıklı bir operasyon yapacağı anlamına geliyor.
Yapılacak bu operasyonda büyük bir yıkım ve can kayıplarının yaşanacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.
Türbeyi kendimiz yıktığımıza göre, müttefiklerimiz Suriye’yi daha rahat bombalayacak ve operasyon esnasında herhangi bir kaygı yaşamayacaklar demektir.
***
Buraya kadar her şey normal gözüküyor. Hatta askerlerimizin ateşe atılmaması bir başarı bile sayılır. Asıl problem, Suriye yangını bittiğinde bizim Süleymanşah Türbesi’ni geri alıp, alamayacağımız. Hükümet kanadı BM’den bunun teminatını almış gözüküyor. Umarım herhangi bir problem yaşanmaz.
Şayet olaylar planlandığı gibi yürümez ise Sayın Dâvutoğlu, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın konumuna düşecektir. Vatan topraklarını kaybeden Sadrazam yani Başbakan olarak tarihe geçecektir.
***
Türk’ün ric’ati yani geri çekilmesi Viyana kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanması ile başlamıştı. Bu ilk ric’ati Merzifonlu Kara Mustafa Paşa kellesi ile ödemişti.
1683’te başlayan bu ric’at, 1921’de Sakarya’da Muharebesi’nin kazanılması ile durdu.
Ecevit – Erbakan iradesi yapılan 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile 1683’te başlayan geri çekilme tersine dönmüş oldu. Onun için Kıbrıs Türk Dış Politikasının ağırlık merkezini oluşturur.
***
Sayın Dâvutoğlu’nun idaresindeki dış politikada yaprak dökümü, Süleymanşah Türbesi’nin kaybedilmesi ile şiddetlendi.
Şiddetlendi diyorum, çünkü Kırım’ın Rusya tarafından işgal edilmesine Ukrayna kadar bile ses çıkarılamamıştı. Bir iki cılız tepki dışında bir şey yapılamadı.
Düşünün, Türkiye’nin Karadeniz güvenliğinin teminatı, bin yıllık Müslüman yurdu, uğruna nice savaşlar yapılmış ve binlerce vatan evladı şehit verilmiş vatan parçası olan Kırım’ı Ruslar işgal ediyor, ama Türkiye’nin sesi bir Avrupa veya ABD kadar bile çıkamıyor. Bu durum hemen kabul ediliyor. Avrupa ve ABD Kırım’dan dolayı Rusya’ya ambargo uygularken, Türkiye Rusya Devlet Başkanı’nı Saraylarda ağırlıyor, yeni antlaşmalar yapıyor. Ve daha neler neler!…
***
Geçen yaz, Beyaz Saray’daki Türkiye Masası sessiz, sedasız kapatıldı.
Onun yerine Türkiye-Kıbrıs-Yunanistan masası kuruldu.
Ben bu durumu, bundan sonra Kıbrıs Meselesinin daha çok gündeme geleceği, şeklinde değerlendiriyorum.
Türkiye’nin bu konuda bir hazırlığının da olduğunu sanmıyorum. Bilakis Türkiye ile KKTC arasında duygusal anlamda bir kopuştan bile bahsedebiliriz.
Türk Dış Politikasının ağırlık merkezinin Kıbrıs olduğunu söylemiştik.
Kıbrıs demek tarih demek, Kıbrıs demek büyümek demek, Kıbrıs demek işgale ve emperyalizme meydan okumak demekti.
Ak Parti döneminde ise Türk Dış Politikasının ağırlık merkezi Kıbrıs’tan Filistin’e kaydı.
Bu merkez kayması tamamen ideolojiktir ve iç politikaya malzeme olmaktan öteye geçememektir.
Üstelik bu merkez kayması Türkiye’yi diğer Ortadoğu ülkeleri ile aynı eksene taşır. Ortadoğu ülkeleri Filistin meselesini sürekli gündemde tutarlar ama herhangi bir çözüm üretemezler. Bilakis İsrail ile gizli de olsa daha sıcak ilişkiler kurmayı tercih ederler.
Türkiye’nin Filistin’i dış politikanın merkezine koyması, Filistin’in herhangi bir sorununu çözmediği gibi İsrail ile Filistin arasında yapılabilecek bir barışa da hizmet etmemektedir.
Bir defa barış için her şeyden önce diyalog gerekir ki, Türkiye İsrail ile şeklen de olsa diyaloğu kesmiş durumda.
Bugün Suriye’de yaşananların bu eksen kayması ile sıkı bir ilişkisi olduğu muhakkak.
***
Eğer Süleymanşah Türbesi geri alınamazsa, bana göre sırada -Maazallah- Kıbrıs vardır.
Bu tehlikenin farkında olan var mı?
Bilmiyorum.