İslami bir siyasal sistem ya da İslam siyaset teorisi inşa etmenin bir çok yolu vardır. Ontoloji, epistemoloji veya aksiyom temel alınarak ya da hepsinden birden istifade ederek bir İslam siyaset teorisi inşa etmek mümkündür.
Tevhid inancını ontolojiye esas yapıp ve buna dayalı bir siyaset teorisi hakkında bir kaç düşünceyi burada zikretmek istiyorum.
İslamiyet tevhid dinidir. Kelime anlamı itibari ile tevhid ise bir şeyin bir ve tek olduğunu bilmek, inanmak ve kabul etmek demektir.
İslamiyet’in zuhuru esnasında, yeryüzünde tevhid inancını tam temsil eden bir din yoktu. Bir kısım dinlerin mensupları, çeşitli varlıklara tanrılık izafe ederek, onlara tapıyordu. İslamiyet’ten önceki İbrahimi dinler ise Allah’ın sıfatlarına, beşeri ortak ederek tevhid inancından uzaklaşmışlardı. Bundan dolayı Hazreti Muhammed (AS) tevhid inancını yeryüzüne yaymak için vazifelendirilmiştir.
Terminolojide ise tevhid, Allah’ı zat, sıfat, esma ve ef’ali ile birlemek ve O’nun eşi ve benzeri olmadığına inanıp yalnız ve yalnız O’na kulluk etmek şeklinde tarif edilmiştir. İbn-i Teymiyye, Allah hakkı olan hususlarda, masivanın ona benzemesini reddetmeyi “hakiki tevhid” olarak tanımlar. Ona göre, tevhid, Allah’a ait olan mevzularda herhangi bir şeyin O’na ortak yapılmamasıdır.
Tevhid ve çeşitlerinin sınırlarını tayin etmek ve tevhidi bu sınırlılık içinde tam tanımlamak ve tasnif etmek mümkün değildir. Ama konunun anlaşılması için belli tanımlama ve tasniflere ihtiyaç olduğu da aşikardır. İbn-i Teymiyye, bugünkü manası ile, ilk defa tevhid-i uluhiyet ve tevhid-i rububiyet kavramlarını gündeme getirerek tevhid için yeni bir tasnif yapar. Klasik kelam alimlerinin böyle bir tasnifi olmamıştır. Ama rububiyet ve uluhiyetten bahseden İmam Maturidi gibi alimler vardır. Fakat bu kavramlara yükledikleri anlam İbn-i Teymiyye’den farklıdır.
Tevhidin Allah’a bakan iki boyutu, insana bakan bir yönü vardır. “Rububiyet” ve “uluhiyet” boyutları Allah’a bakar. İnsana bakan yönü ise “ubudiyet” tarafıdır. Tevhid inancı derken bu üç boyuta birden işaret edilmektedir ki, bunlardan herhangi birinde meydana gelecek zedelenme tevhid inancına zarar verir. Yani tevhidin dışına çıkılmış olur.
Allah’ın “İlahlık” sıfatının tecellisine “uluhiyet”, “Rablık” sıfatının tecellisine ise “rububiyet” denmiştir. Allah’ın uluhiyet ve rububiyet tecellilerine kullarının icabet etmesine ise ubudiyet, yani ibadetin de ilerisinde kulluğu vicdanında hissederek yapma, denir.
Said Nursi, insanın iç aleminde iki daire olduğunu, bunların rububiyet ve ubudiyet dairesi olduğunu ifade eder. “Ubudiyet dairesi bütün kuvvetiyle rububiyet dairesi hesabına çalışıyor” demek sureti ile rububiyet ile ubudiyetin münasebetini izah eder.
Rububiyet mi uluhiyetin bir cüz’üdür? Uluhiyet mi rububiyetin bir cüz’üdür? Dairesi geniş olan ve kuşatan tecelli hangisidir?
İslam düşünce tarihinde “tevhid-i rububiyet” ve “tevhid-i uluhiyet” kavramlarından birinin, tevhidi tam temsil ettiğini, daha önemli ve manasının daha şümullü olduğunu ifade eden ve bu kavramın gereğini yapmayı esas kabul eden ekoller oluşmuştur. Günümüzde İslam siyaset düşüncesinin farklı yorumlarının oluşmasında bu ekollerin etkili olduğunu düşünüyorum.
İslam siyaset düşüncesindeki farklı yaklaşımların temel sebeplerinden biri de tevhid-i rububiyet ve tevhidi uluhiyet kavramlarının yorumlanması ve bu yorumlara dayalı tevhid tanımlaması ve siyasal bir sistemin inşa edilmesidir.
Tevhid-i uluhiyet ve tevhid-i rububiyet kavramlarını gelecek yazılarda değerlendirip bu kavramlara dayalı siyasi bir sistem tasavvuru ortaya koymaya çalışacağım.