“Toplumda kutuplaşma var. Yapmayın! Etmeyin!” demeye kalmadan Hükümet, 696 nolu KHK’sı ile toplumu parçalamayı netice verebilecek bir adım attı.
Üstelik toplum tam parçalanmadan çatışmaya evirilmeye müsait hale gelmiş durumda.
Herkes silahlanıyor.
Anton Çehov’un o meşhur sözünü hatırlayalım:
“Eğer oyunun birinci sahnesinde duvarda asılı bir silah varsa, o silah üçüncü sahnede patlamalıdır.”
Allah sonumuzu hayreyleye.
Medyanın toplumsal kutuplaşmadaki ve artık parçalanmasındaki rolü üzerinde birkaç kelam edeceğimin sözünü vermiştim, geçen hafta. Ne faydası olacak bilmiyorum ama Fuzuli’nin şu sözlerinde teselli bulup, yoluma devam ediyorum.
“Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.”
Türkiye’de ilk gazete 1831 yılında kurulan yarı resmi Takvim-i Vekayi’dir. Bu tarihten sonra Osmanlı mütefekkirleri birçok gazete ve dergi aracılığı ile fikirlerini yaymaya ve toplumu aydınlatma çalışmışlardır. Entelektüel çaba, doğal olarak, beraberinde muhalefeti doğurmuştur. Mevkuteler bir muhalefet aracına dönüşmüştür. Müstebitler ise kendilerine muhalefet edilmesinden pek hoşlanmazlar. II. Abdülhamid ve İttihatçılar gibi otoriter yöneticiler bu mütefekkirlerle mücadele etmiş; kimi sürgüne göndermiş gazetecileri, kimi de yayın organlarını kapatmıştır. Suikasta maruz kalmak ise Türkiye tarihinde gazetecilerin kaderi gibidir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün de gazetecilerden pek haz ettiğini söyleyemeyiz. Bundan dolayı tasavvur ettiği inkılapları gerçekleştirmenin önünde gazete ve gazetecileri engel olarak görmüş ve onlardan kurtulmanın yollarını aramıştır. Şeyh Said Olayı, basını susturmak için, Atatürk’e ihtiyaç duyduğu zemini hazırlamıştır.
Bu olaydan dolayı çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu çerçevesinde kurulan İstiklal Mahkemeleri’nin ilk icraatları arasında muhalif basın organlarını susturmak gelir.
Tevhid-i Efkar, İstiklal, Son Telgraf, Aydınlık, Orak Çekiç, Sebilürreşad, Tanin ve Vatan dahil olmak üzere bir çok gazete ve dergi kapatılarak yapılacak reformlara karşı, oluşması muhtemel toplumsal direncin önüne geçilmiştir. Elbette Atatürk kendi basın organlarını kurmaktan da geri durmamıştır. Cumhuriyet gazetesi bunların ilkidir.
Basın tarihimiz itibari ile bugün yaşanan durumun bir benzeri ise yaşanmamıştır. AKP’nin kendi medya havuzunu kurması ile basın dünyası ikiye parçalanmıştır. Birinci grupta kendi içinde farklı fikirleri savunmaya çalışan medya kuruluşları; ikinci grupta ise hükümetin resmi yayın organı gibi davranan medya kuruluşları.
Birinci grupta yer alan medya kuruluşları varlık mücadelesi vermektedirler. Bir taraftan ekonomik sıkıntılar ile mücadele ederken, diğer taraftan iktidarın açık ve ağır tehditlerine ve yargının hukuksuz kuşatmasına maruz kalmış vaziyetteler. Yüzlerce gazeteci hapiste. Onlarca medya kuruluşu kapatıldı. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, bu gruptaki medya organları zaman zaman birbirinin boğazına sarılmaktan da geri durmamaktadırlar.
Bu gruptaki medya organlarının, bana göre, en büyük zaafı ise; kendilerini yok etmek isteyen resmî ideolojinin kurduğu jargonları kullanarak faaliyetlerini yürütmesidir. Büyük ağabeyin ağır ve haşin bakışları altındaki bu basın faaliyeti, bir taraftan toplumsal parçalanmaya hizmet ederken, diğer taraftan da onların sonlarını hazırlamaktadır.
İkinci gruptaki medyayı, mezarlıklarda yükselen servi ağaçlarına benzetebiliriz. Dışarıdan bakınca yeşil ve mutena bir alana benzeyen mezarlıkların altında kim bilir ne acılar var? İkinci grup medyanın kökenine bakınca bir emek ve alın teri göremezsiniz. Çoğunluğu ya önceki sahiplerinin elinden zorla alınmış veya emeği olanların emeği zayi edilmiş ve hakları ödenmemiş. Geçmişleri iniltilerle dolu. Geleceklerinin de farklı olamayacağı ilahi adaletin gereğidir.
Emeksiz medyanın sihirbazları toplumu efsunlamak, parçalamak ve farklı maceralara sürüklemek için çalışmaktadırlar. Gah ekranlardan meslektaşlarına yönelik suikast taktikleri verirler, gah kalemlerini yalan ve iftira ile başkalarını kirletmek için kullanırlar. Ama asla hakkın ve hakikatin tercümanı olamazlar. Olamazlar, çünkü iyilik yapma istidatlarını nefsin arzularına kurban vermişlerdir. Toplumu parçalamaya, kendi gibi düşünmeyen kesimleri karalamaya, hayalleri hakikat gibi göstermeye gazetecilik diyorlar.
Aldatıyorlar. Oysa “aldatan bizden değildir” var.
“Medya bunu yapmasına yapıyor da, insanlarımız neden bu medyaya inanıyorlar?” sorusunu haklı olarak sorabilirsiniz.
Cevabı iki kelime: Kitap okumuyorlar.
TÜİK’in 2016 resmi raporlarına göre bizim insanımız, “günde 1 dakika kitap okurken, 6 saat televizyon seyrediyor ve 3 saat de internete giriyor”. İhtiyaç sıralamasında ise kitap 235. sırada. Medyaya etkisini derinleştiren ana faktör, bizim insanımızın bahsettiğim bu özelliğidir. Medyanın insanımızın bu durumunu bildiğini ve istismar ettiğini, müsaadenizle ifade edeyim. İstismar edip, insanların arasını bozmak için söz taşıyorlar
“İnsanların arasını bozmak için söz taşıyanlar cennete giremez” de var.