17/25 Aralık tarihleri Gülen Cemaati ile acımasız savaşın miladı kabul edilse bile, cemaatlerle mücadelenin başlangıcını II. Mahmut’a dayandırmak daha rasyonel ve bilimsel bir yaklaşım olur. Zira kavga, sadece AKP-Cemaat Kavgası değildir. O, büyük kavga içinde sadece küçük bir hattır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kodlarına baktığınızda, onun temellerinin II. Mahmut döneminde atıldığını görürsünüz. Bu dönem meşru otoritenin, otoriteyi paylaşan diğer bileşenler olan ordu ve din ile mücadele edip kendi diktasını kurduğu dönemdir. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması ile Şeyhülislamlık makamının dini konular ile sınırlandırılması bu dönemin iki önemli temasını oluşturur. Bu dönemin buna bağlı bir diğer özelliği de devletin cemaat ve tarikatlarla mücadele edip, din konusunda Meşihat makamını tek yetkili kılmaya çalıştığı dönem olmasıdır.
Devletin oluşturulan bu kodları, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren tahkim edilmiştir. İki özerk kurum üzerinden devlet, kendi kendini onarmaya ve kurmaya başlamıştır: Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB).
Türkiye Cumhuriyeti’nin bu iki derin köküne, iki önemli kanat veya devletin bekasının bağlı olduğu temel müesseseler gözü ile bakılmasında bir sakınca yoktur. Dolayısı ile devlet üzerinde söz sahibi olmak isteyenlerin, üzerinde en çok kafa yordukları konuların başında bu iki kurum gelir.
DİB’in temel varlık sebebi, menşe itibari ile Rousseau’nun görüşlerine dayanan, resmi bir din anlayışının toplumda tesis edilmek istenmesidir. Mezkûr düşünceye göre, din, cemaat ve tarikatlara bırakılmayacak kadar önemli, toplumun düzen ve motivasyonu, devletin temel hedeflerinin tahakkuku için elzem bir müessesedir. Din müessesinin kontrolü ve mezkûr hedefler doğrultusunda araçsallaştırılması DİB’in temel vazifeleri arasındadır.
Devlet dini DİB’e havale etmekle kalmaz. Dini varlıklar olan cemaat ve tarikatları kendi kontrolüne de almak ve/veya yok etmek ister. Devletin cemaat ve tarikatlar ile mücadelesi Türkiye Cumhuriyeti tarihi kadar eskidir. Türkiye’de hapishanelerin bazısı bu amaçla özel inşa edilmiştir.
Tekrar bu konuya dönmek üzere, buraya bağlayacağım konuya giriş yapmak istiyorum.
17/25 ile alenileşen ve 15 Temmuz hain darbe girişimi ile zirveye çıkan temelde devletin, son kabulde AKP’nin Gülen Cemaatini yok etme ameliyesinin Gülen Cemaati üzerindeki etkileri belirginleşmeye başladı. Ortaya çıktığı andan itibaren başarıdan başka bir durumla karşılaşmayan ve yukarı doğru ivmelenen bir cemaatin ileri gelenlerinin, ortaya çıkan muazzam bir kriz karşısında çaresizliği -daha doğrusu kriz yönetimindeki başarısızlığı- cemaatin içinden tartışmaların başlamasının temel nedeni olarak zikredilebilir.
Büyük kriz karşısında, çoğu itibari ile kuvveden fiile geçemeyen, dört temel düşüncenin ortaya çıktığı söylenebilir:
1- Gelenekçiler: Gelenekçiler Gülen’e ve “Ağabeyler” denilen karar mekanizmasına toz kondurmayanların oluşturduğu gruptur. Gelenekçilerin temel yaklaşımı, yaşanan süreçlerin temelinde, cemaatin hatalarından ziyade cemaate düşmanlık besleyenlerin hukuk dışına çıkmaları ve cemaat aleyhine planladıkları komplolar ve tuzaklar ile cemaati suçlu gösterip cezalandırmaları yatmaktadır. Onlara göre cemaatin darbe ve benzeri durumlarla bir ilişkisinin olması mümkün değildir. Cemaat bir eğitim ve barış hareketidir. Eğitim ve diyalog faaliyetleri bütün dünyada aynen devam etmelidir.
2- Yenilikçiler: Yenilikçiler ise Gülen’in hata yapmadığını ama Gülen’in etrafındaki kurmay kadrosunun hata yaptığını düşünen gruptur. Bunlara göre; Gülen’in etrafında çöreklenmiş bir grup, Gülen’i yanlış bilgilendirmiş ve Gülen’den gelen mesajları da cemaate, yanlış veya kendi yorumlarını katarak aktarmışlardır. Siyaset ile kurulan ilişkilerden, 17/25 süreçlerine kadar yapılan bütün hataların arkasında bu grup vardır. Yenilikçilere göre Gülen ve Cemaatin karar mekanizması bu gruptan kurtulmadıkça doğru bir karar alamaz ve kendini yenileyemez. Bu grup kenara çekilmeli ve Gülen yeni bir kadro ile devam etmelidir.
3- Reformistler: Cemaat içinde en radikal grup olarak tanımlanabilecek olanlar bunlardır. Bunların yenilikçilerden farkı, yapılan hatalardan Gülen’i de sorumlu görmeleridir. Kurmay kadrosunu seçen ve yanında tutan Gülen olduğuna göre yapılan hatalardan Gülen de sorumludur. Gülen bir kenara çekilmeli ve yeni bir kadro işe vaziyet etmelidir. Reformistlerin yaklaşımlarındaki temel boşluk, işe vaziyet edecek yeni kadronun nasıl ve kimlerden seçileceği ve cemaatin bu kadroyu dinleyip dinlemeyeceğidir.
4- Küskünler: 17/25 süreçlerinden itibaren Cemaat ile ilişkisini peyderpey kesen grup olarak anılabilirler. Bir kısmı Cemaatin hatalarından dolayı, bir kısmı Ağabeylerinin kendilerini yüzüstü bırakmalarından Cemaat ile arasına mesafe koyan ve kendilerine yeni bir yol çizen kişilerdir. Bir kısmı Gülen’e hala sempati duymakla beraber ayrılmış, bir kısmı ise ondan ve onun yolundan tamamen ayrılmış kişilerdir.
İlk üç grubun ortak özelliği eğitim ve diyalog hizmetlerinin insanlık için elzem olduğu ve bunun bir şekilde devam etmesi gerektiğini düşünmeleridir. Küskünlerin de bir kısmı bu düşünceyi paylaşabilmektedir. Bu arada, bu dört düşüncenin içteki karşılığını oransal olarak tespit etmek neredeyse imkansızdır. Biz bu tasnifi açık kaynaklardan istifade ederek yapmış bulunuyoruz.
Devletin cemaat ve tarikatlar ile mücadelesine konuyu bağlamak gerekirse bu konuda benim farklı bir teorim vardır. Devlet genellikle bütün toplumsal grupları, içine sızarak, nüfuz ederek kontrol altına almayı sever. Yani cemaatler devlete sızdıklarını sandıklarında, devlet çoktan bu cemaatlere sızmış ve onların kendilerini devlete sızmış gibi hissetmelerini sağlamıştır. Bu sızma hissinin verdiği rahatlık veya güç sarhoşluğu peşi peşine gelecek hataların da zeminini hazırlamıştır. Artık o cemaat, grup veya partinin sonu yaklaşmış demektir.
Devletin bir gruba sızmak için kullandığı meşru, gayrı meşru sayısız aracı vardır. Devlet bir sosyal grubun veya cemaatin en tepesini ele geçiremiyorsa, onun yanına ikinci veya üçüncü dereceye adamlarını yerleştirmeye çalışır. Genellikle de bu konuda başarılı olur. Türkiye’deki bütün gruplara bu zaviyeden bakabilirsiniz.
2004 MGK Kararına bakarsanız devletin Gülen Cemaati ile özellikle ilgilendiğini görürsünüz. Dönemin siyaset kadrosunun isteksiz davranıyor görünmesi bu konunun rafta olduğu anlamına gelmemelidir. Nasıl ki bir dönem Cemaatin Emniyet İmamı devlet tarafından bilgi kaynağı olarak kullanılıyor veya en başından beri devlet hesabına çalışıyorduysa, aynı durumda başka isimlerin de olabileceğini unutmamak gerekir. İster cemaatin içine yerleştirilmiş ister sonradan devşirilmiş olsunlar sonuç değişmez.
Böylece onulmaz hatalar yapıldı ve büyük mağduriyetler yaşatıldı. Yaşatmaya da devam ediliyor.
Bu da benim düşüncem…