Kanayan bilinç: Ulusçuluk

Milliyetçilik teorisyenlerinden Benedict Anderson’a göre ulus yani millet, vasıfları ile hayal edilmiş, belli özellik ve sınırlar ile sınırlandırılmış ve bu sınırlılık içinde egemen olduğu düşünülmüş, icat ve inşa edilmiş bir siyasal topluluktur. Binaenaleyh dinsel kurumların halklar üzerinde egemenliği milliyetçiliğe aykırı bir durumdur.

Avrupa’da ulus devlet inşa sürecinin sonunda hem Katolik kilisesi egemenliğini kaybetmiş hem de Latin dili yerine yerel diller okuryazarlıkta kullanılmaya başlanmıştır. Türkiye’de de halifeliğin kaldırılması, alfabe değişikliği ve dilde sadeleşme hareketleri ile benzer bir süreç takip edilmiştir.

Türk milliyetçiliğinin fikir dönemini İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) temsil eder. Ziya Gökalp Türkçülüğün, imparatorluğun dağılmasının ve İslam’ın zayıflamasının tabii sonucu olduğunu ifade eder.

Taşradan İstanbul ve Anadolu’ya doğru gerçekleşen göç hareketlerinin, planlanmamış neticelerinden biri de devlet ideolojisindeki değişimlerdir. İslamcılık politikalarına geçişte, imparatorluğun Hıristiyan nüfusunun azalması ve Müslüman nüfusunun artması nasıl etkili oldu ise, Balkanların kaybedilmesi ile İstanbul ve Anadolu’daki Türk nüfusunun göçlerle artması Türkçülüğün gelişmesinde etkili olmuştur.

Ayrıca Yusuf Akçura, Osmanlı Devleti’nin Almanya ile yaklaşması ve Almanların Alman milliyetçiliğine dair görüşlerinin Osmanlı aydınlarını etkilediğini söyler.

Türkçülük evvela edebiyat alanında başlamıştır. Bilahare Darülfünun’da Tarih Felsefesi Profesörü Ahmet Vefik Paşa, Şecer-i Türki’yi okuturken, Süleyman Paşa, askeri okullarda okutulması için Esma-yı Türkiyye adlı eseri yazmıştı.

İstanbul’da bunlar olurken Kırım’da Tercüman gazetesini çıkaran Gaspralı İsmail, “dilde, fikirde, işte birlik” diyerek Türkçülüğün düsturlarını yazıyordu. Türk Yurdu, Yeni Mecmua, Şura-yı Ümmet, Tanin ve Genç Kâlemler’de yayınlanan yazılar ile Türkçülük ideolojisi sağlam bir zemine oturmaya başladı.

Ziya Gökalp, Ahmed Ağaoğlu, Yusuf Akçura, Hüseyinzade Ali, Mehmet Emin ve Ömer Seyfettin Türkçülük ideolojinin öncüleridir. Anderson’un bahsettiği gibi “matbaa kapitalizmi” milliyetçiliğin doğup gelişmesine ve yeni ve modern bir ulusun inşasına hizmet etmiştir.

Şüphesiz, günümüze de sarkan Türk milliyetçiliğinin en büyük ideoloğu Ziya Gökalp’tir. Onun zamanında Türk ve İslam sentezi konusu tartışılmaya başlanmıştır. Gökalp’in İslam’ın Türkleştirilmesi ve reforma tabi tutulması düşüncesi önem arz etmektedir.

Ona göre din toplumsal bir olgudur ve dine milli bir muhteva kazandırılmalıdır. Modernleşme ile beraber din kendi asli yeri olan vicdana çekilmiştir. Bununla beraber dinin işlevi bitmemiştir. Din toplum için birleştirici bir faktördür ve bu araç toplumun hizmetinde kullanılmalıdır. Din sosyal açıdan bir rehabilitasyon aracı olsa bile siyaset, iktisat, hukuk, sanat, dil ve ilim kurumlarından uzak tutulmalıdır.

Din hizmetleri sadece ibadet ve itikatlarla alakalıdır. Bu düşüncelerin daha sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulmasında ve şekillenmesinde etkili olduğu görülecektir. Bu düşünceler aynı zamanda laik düşüncenin de felsefi zeminini oluşturur.

Abdullah Cevdet ve Ziya Gökalp gibi İttihatçı düşünürler tarafında realize edilen Türkçülük 1913 yılında gerçekleştirilen Bâb-ı Âli Baskını’ndan sonra uygulamaya konulur. Enver Paşa’nın da anılarında yazdığı gibi “Türkiye” ifadesi daha sık kullanılmaya başlanmıştır.

Türkiye dışından gelen Türk göçlerine mukabil, Türkiye’den azınlıkların gönderilmesi gerektiği düşünülmüştür. Türklüğe dayalı bir ulus devlet tasavvuru Ermeni Tehciri’nin gizli sebeplerinden biridir.

İkinci önemli siyasi gösterge, Mustafa Kemal’in Yıldırım Orduları Komutanı olduğu dönemde Osmanlı Ordusu’nu Halep’in kuzeyine çekmesi olarak kabul edilebilir. Böylece Arap nüfusun çoğunlukta olduğu yerler, tasavvur edilen milli haritanın dışında bırakılmıştır. Üçüncü işaret ise son kez toplanan Osmanlı Mebusan Meclisi’nin aldığı Misak-ı Milli kararlarında bir ulus devletin hedefi ve haritası gizlenmiştir.

Cumhuriyet döneminde Musul ve Kerkük gibi, şehirleşmiş Kürtlerin yaşadığı şehirlerin Türkiye dışında bırakılması ulus devlet için atılan önemli bir adımdır. Şehirleşmiş Kürtlerin Türkiye dışında bırakılması ile hem Türkiye’deki Kürt nüfusunun Türkler lehine azaltılması sağlanmış hem de daha çok dağlık bölgelerde yaşayan yarı göçebe Kürtlerin asimilasyonunun kolay olacağı düşünülmüştür.

Eğer Misak-ı Milli sınırları gerçekleştirilse ve Suriye ve Irak’taki Kürt şehirlerinin tamamı Türkiye’de kalsaydı ulus temeline dayalı üniter bir devletin kurulması zorlaşır ve Mustafa Kemal, Kürtlere verdiği federasyon taahhüdünü yerine getirmek zorunda kalabilirdi.

Ulus devletin Türk İslam sentezine dayandığını ve modern İslam formunun bu inşanın bir parçası olduğunu ifade etmiştik. Cumhuriyet döneminde Yunanistan ile yapılan nüfus mübadelesinde Türkiye’deki Hıristiyan nüfusun azaltılması da hedeflenmiştir. Bu bağlamda Karaman’da yaşayan Hristiyan Türkler de Yunanistan’a göç ettirilmiştir.

Karadeniz bölgesinde yaşayan çoğunluğu Rum kökenli İslamlaşmış unsurlar Cumhuriyet döneminde Türkleştirilmiştir. Cumhuriyetin ilk çeyreğinde Alevilere karşı da kanlı asimilasyon politikaları uygulanmış ve Aleviler, devletin belirlediği resmi din anlayışının parçası olan Hanefiliğe uymadıkları için şiddete maruz kalmışlardır.

Tarihçi Mete Tunçay, Cumhuriyet döneminde Kürtlere uygulanan şiddet politikaları ile Kürtlerin Sovyetler Birliği, Irak ve Suriye’ye kaçışlarını sağladığını ve bunun yanı sıra, göç ve iskân siyaseti ile Kürtlerin Batı vilayetlerine yerleştirilerek asimile edilmeye çalışıldığını ifade etmektedir. Göç ve iskan siyaseti II. Mahmut dönemine kadar gider.

Türkiye de millet veya ulus inşasının uzun bir tarihi olmakla beraber bugün yapılanlara, önemine binaen kısa bir atıf yapmakta fayda vardır. 2015 yılında Barış Masası’nın devrilmesi ile Türkiye, yeniden Cumhuriyet’in ilk çeyreğindeki siyasete geri dönüş yapmıştır.

AKP günlük siyasi çıkarlar mülahazası ile hareket etse bile, milliyetçiler açısından planlı bir eylemdir. 2017 Referandumu ile Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçmesi aynı planın devamıdır. Ve planın zemininde Milliyetçilik düşünceleri vardır.

2017’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş ile 1878’de Meclis-i Mebusan’ın tatil edilmesindeki kaygılar benzerdir. Yeni sistemle Meclis etkisiz hale getirilmiştir. Bununla amaçlanan Kürtler gibi istenmeyen unsurların yönetime etkilerini minimize etmektir.

Her ne kadar İslamcı bir parti olan AKP, bugün kontrol edilme karşılığında milliyetçilerin desteğini alsalar da, yarın kontrol dışında bir İslamcı hareketin devlete etkisinin önü kesilmiştir.

Hegelci bir yaklaşımla Türk milletinin hakikatini Türk devleti ile gerçekleştirmek için yeni sistem benimsenmiştir. Hegel’e (ö. 1831) göre devlet, Tanrı’nın yeryüzündeki ihtişamlı yürüyüşüdür.

Tarih, bu Tanrı’nın bu yürüyüşünü bize gösterir. İşte Türk milliyetçiliğinin geldiği son nokta budur. Kutsal devlet vasıtası ile Türk milletinin yüceliğini dost düşman herkese göstermektir.