Fransa’da Aralık 2018’de başlayan Sarı Yelekliler protestoları Türkiye’de siyasetçiler arasında büyük bir telaşa sebep oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Burası Paris değil, fırsat vermeyiz, gereğini yaparız” diyerek muhtemel bir gösteriye uygulayacağı şiddetin ipuçlarını verdi.
Cumhur koalisyonunun küçük ortağı Bahçeli de “Sarı yelek terörüne özenen varsa bunun bedelini çok ağır öder” diyerek Erdoğan’a desteğini yineledi.
Diğer taraftan sanatçılar Metin Akpınar ve Müjdat Gezen ile Fox Haber sunucusu Fatih Portakal’a protesto iması yaptıkları gerekçesi ile soruşturmalar açıldı. Pekâlâ Türkiye’de, gerçekten, Fransa’da örnekleri görülen türden bir sosyal hareket mümkün müdür?
Fransa’da 2018’in sonunda hükümetin akaryakıt zamlarını ve ekonomik koşulları protesto eden Sarı Yelekliler kendilerini Fransız ihtilaller geleneğinin devamı olarak tanımladılar. 1789 Fransız İhtilali ve 1968 Öğrenci Olayları’nın devamı bir hareket olduklarını ifade ettiler.
1789 Fransız İhtilali’nin dünya çapında etkileri olduğu gibi Türkiye üzerinde de etkileri olmuştur. Şehzadeliğinde hayranı olduğu Fransa’nın kralı XVI. Louis ile yazışmalar yapan III. Selim, Fransız İhtilali başlamadan bir ay evvel tahta çıkmış ve ihtilali yakından takip etmişti.
Bazı tarihçiler III. Selim’in “Nizam-ı Cedit” (Yeni Düzen) ıslahatlarının isim olarak Fransız İhtilali boyunca kullanılan “Nouvel Ordre” (Yeni Düzen) ifadesinden esinlendiğini söylerler. Bu durum III. Selim için bir paradokstur. Çünkü Fransız İhtilali monarşinin yıkılması ve cumhuriyetin kurulması ile neticelenmişti.
III. Selim ise Nizam-ı Cedit denilen askeri reformlarla merkezi otoriteyi temsil eden monarşiyi güçlendirilmiş ve henüz hiçbir belirtisi görülmeyen benzer bir hareketi doğuracak bütün kanalları en baştan kapatmıştı.
Osmanlı Devleti’nde burjuva sınıf gelişmediğinden, benzer bir hareketi gerçekleştirecek dinamiklerden mahrumdu. Kısmi olarak burjuvanın misyonunu yerine getirebilecek olan Ayanlar ise III. Selim’den itibaren devletin hedefi haline gelmiş ve II. Mahmut’un istibdadı ile sindirilmişlerdi.
Sadece burjuva değil elbette. Osmanlı Devleti’nde sosyal bir hareket başlatabilecek bir aydın sınıfının varlığından bahsetmek için henüz çok erkendi. Fransa’da burjuvayı da harekete geçiren temel faktörlerin başında Aydınlanma dönemi düşünürlerinin fikirleri gelmekteydi.
İngiliz John Locke’tan başlayarak Rousseau, Voltaire, Montesquieu ve Diderot’un özgürlük, eşitlik ve adalet ile ilgili düşüncelerinin ihtilal hareketlerinde etkili olduğu bir vakıadır.
Ama Türkiye tarihindeki birçok paradoks gibi aydın sınıfının doğuşu da kendi içinde çelişkilerle doludur. Avrupa’da aydınların fikirleri Fransız İhtilali’ni doğurur ve hürriyet, eşitlik ve adalet düşünceleri ihtilal vasıtası ile dünyaya yayılır. Türkiye’de ise hürriyet, eşitlik ve adalet düşüncesi aydın sınıfının doğmasına sebep olmuştur.
Batı’nın dayatması ve Batı’dan yardım alma umudu ile 1839’da Tanzimat Fermanı ilan edilmişti. Bu fermanla ortaya konan kısmı adalet, özgürlük ve eşitliğin Fransız İhtilali’ne dayandığına tarihçiler müttefiktir.
Devletin ilan ettiği Tanzimat Fermanı, Türkiye’de ilk defa bir aydın zümresinin doğmasına sebep olacaktı. Liderliğini Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ali Suavi’nin yaptığı Yeni Osmanlılar adalet, hürriyet ve eşitlik fikirlerini yaymaya başlayacaklardı.
Vakıa Osmanlı Devleti’nde müderrisler (profesör) ve kadılardan (yargıç) oluşan bir ulema sınıfı hep olmuştu. Ama bu sınıf toplumu aydınlatmaktan ziyade Saray’ın emrinde ve onun buyurduğu işleri yapıyordu. Dolayısı ile Yeni Osmanlılar hareketi Osmanlı Devleti’ndeki ilk aydın hareketi olarak kabul edilir.
Devletten bağımsız bir aydın hareketinin doğması ve bunların Meşrutiyet’in ilanı (1876) gibi kısmı bir başarı elde etmesi beraberinde, kronikleşecek olan bir devlet refleksinin de doğmasına sebep olmuştu: Aydın kıyımı.
Evet Türkiye’nin modernleşme tarihi aynı zamanda ‘aydın kıyımı’ tarihidir. Devlet kendi kontrolü dışındaki farklı hiçbir düşünceye, hiçbir zaman tam bir hoşgörü ve müsamaha göstermemiştir. İlk hareket ilk kıyıma uğrayan oldu. Namık Kemal ve arkadaşları II. Abdülhamit tarafından sağa sola sürüldü. Ve çoğu genç yaşta hayata veda etti.
Yeni Osmanlılar hareketinin yok edilmesinden sonra Jön Türkler hareketi başladı ve onlar da selefleri ile aynı akıbeti paylaştılar. Yıkılış döneminde kim iktidarı ele geçirdi ise farklı düşünen aydınları hedefe aldı ve yok etmeye çalıştı.
İttihatçılar da Saray’ın kıyım geleneğini devam ettirdiler. Gazeteci Hasan Fehmi 1909’da katledildi. Devletin aydın kıyımı bu cinayetle yeni bir boyut kazandı.
Anadolu işgal edilince herkes gibi aydınlar da Anadolu’da başlayan mücadeleye destek vermişlerdi. Ama işgalciler Anadolu’dan atılınca Mustafa Kemal, kendisi gibi düşünmeyenleri hedef almaya başlamıştı. Önce gazeteciler ve aydınlar Mustafa Kemal Paşa’nın hışmına maruz kaldılar.
Gelenek değişmemiş, bilakis kıyımın şiddeti artmıştı. Hatta şiddetin dozu İstiklal Mahkemeleri kararları ile zirveye çıkmış ve yaklaşık 10 bin insan idam edilmişti. Böylece Tanzimat ile başlayan aydın birikimi darağaçlarında son bulmuştur.
Uzun bir ilmi kuraklık döneminden sonra az toparlanma meydana gelince, devletin giyotini tekrar devreye girmişti. Zaten sayıları sınırlı olan akademisyenlerden 147’si 1960 İhtilali ile kıyıma gönderilmişlerdi. 12 Mart 1971’de yine bir aydın tasfiyesi gerçekleşti.
12 Eylül Darbesi ile 71 akademisyen olmak üzere birçok aydın kıyıma maruz kalmıştı. 28 Şubat sürecinde de birçok akademisyen ve aydın benzer kıyımın mağduru idi. Elbette faili meçhule kurban giden Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Hrant Dink ve Tahir Elçi gibi aydınları unutmamak gerekiyor.
Eldeki veriler Türkiye tarihindeki en büyük aydın kıyımının 15 Temmuz Darbesi’nden sonra gerçekleştiğini göstermektedir. 5 bin civarında akademisyen kıyıma uğradı ve hapishanelere gönderildi. 142 gazeteci zindanları mesken edindi.
Şahin Alpay, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Ali Bulaç, Nazlı Ilıcak, Mümtaz’er Türköne gibi farklı düşünce dünyasına mensup aydınlar aynı suçlama ile hapse atıldı.
Osman Kavala gibi sosyal ve kültürel çalışmalar yapan insanlar deli saçması iddialar ile tutuklandı. İçinde Türkiye’nin en büyük holdinglerinin bulunduğu binlerce iş adamının mallarına el konuldu ve sahipleri hapse atıldı.
Aydınlar bir toplumu aydınlatan projektörler gibidir. Aydınlardan mahrum bir toplum karanlıkta kalmaya mahkumdur. Siyasi otorite toplumu karanlıkta tutmak ve karanlıkta dileği gibi yönetmek için aydınları hedef almış ve tarihin en büyük kıyımını gerçekleştirmiştir.
Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik şartlar, bugünün değil, 1789 Fransa’sı ile şaşırtıcı bir benzerlik göstermektedir. Aslında beklenmesi gereken bir Sarı Yelekliler hareketi değil, bir Fransız İhtilali’dir. Pekâlâ bu mümkün müdür?
Aslında Türkiye’de burjuva ve aydınlar sessiz bir ihtilal gerçekleştirip, kendi geleceklerini teminat altına aldılar bile. Sessiz sedasız göç ettiler. Çünkü siyasi liderlerin arkasında saf bağlayan bir halka güvenemezlerdi. NY Times’ın haberine göre 250 bin insan göçtü bile.
12 bini milyoner olmak üzere on binlerce müteşebbis, aydın, gazeteci ve yetişmiş iş gücü Türkiye’yi terk etti. En son Sabancıların Malta vatandaşlığı haberi geldi.
Geriye kalanlarda siyasi bir hareket başlatabilecek bir potansiyel mevcut değil. Çünkü onların çoğu devletin kapıkulları. Karanlığın hizmetkarları