300 Spartalı filmini izlediniz mi? 2 bin 500 yıl önce de İranlılar Anadolu’yu işgal etmişti. Pers Kralı Xerxes (I. Serhas), ki halk onu yenilmez ve ölümsüz bir tanrı zannettiğinden, onun emir ve buyruklarına derin bir saygı ve bağlılıkla itaat ediyordu.
Tanrı kral olmanın verdiği vehim ve efsun ile köleleştirdiği insanlardan oluşan 3 milyon kişilik ordusu ile önce Anadolu’yu işgal etmiş ve sonra gözünü o zamanın medeni merkezi Yunanistan’a dikmişti.
Buna karşılık Sparta Kralı Leonidas, vatanını ve medeniyetini savunmak için, yanına aldığı 300 Spartalı savaşçı ile 3 milyon kişilik Pers ordusuna meydan okumuştu.
Uzun ve parça parça süren çatışmalardan umduğunu bulamayan Tanrı Kral Xerxes, Kral Leonidas ile görüşür ve onu kendi ordusuna katılması için ikna etmeye çalışır. Xerxes, Leonidas’a şöyle seslenir:
“Ben yenilmez bir tanrıyım. Zafer için kendi adamlarımı bile seve seve öldürebilirken, düşmanlarıma neler yapabileceğimi tahmin edebilirsin.”
Leonidas’ın kendi adamları için seve seve ölebileceğini söylemesi üzerine Xerxes, ülkeyi yakıp yıkmakla tehdit eder. Leonidas, “elinde çok kölen var, ama savaşçın çok az, çok yakında senin kırbaçlarından çok, benim mızraklarımdan korkacaklar” der.
Leonidas’ı korkuyla ikna edemeyeceğini anlayan Xerxes, ona altın ve unvanlar teklif etmeye başlar.
“Ben cömert bir tanrıyım. Seni çok zengin yapabilirim. Tüm Yunanistan’ın savaş lordu olursun. Savaş sancaklarımı Avrupa’nın kalbine taşırsın. Atinalı rakiplerin önünde yerlere kapanır. Ama önce sen bana diz çökmelisin…”
Leonidas’ın diz çökmeyi reddetmesi üzerine Xerxes; “Sparta’nın adını tarihten bile silebilirim. Tüm Yunan parşömenleri yakılır, tüm Yunan tarihçi ve yazarlarının gözleri oyulur ve dilleri kesilerek alınır. Son olarak Sparta ve Leonidas isimlerini söylemenin cezası bile ölüm olur. Ve dünya var olduğunuzu dahi bilmez.”
Bunun üzerine Leonidas; “Dünya özgür insanların bir tirana karşı durduğunu bilecek. Bir avuç insanın bir orduya karşı durduğunu. Ve bu savaş bitmeden önce, bir tanrı kral bile yaralanabilir…”
Gerçekten savaşın ilerleyen safhalarında Leonidas’ın mızrağı Xerxes’in yanağını parçaladı. Aslında parçalanan Xerxes’in tanrısallığı idi.
2 bin 500 yıl sonra Anadolu’da Xerxes’in ruhu ete kemiğe bürünmüş, Erdoğan olarak görünmüştü. Erdoğan zaferlerine zaferler katmak için hiçbir savaş kuralı tanımıyordu. Adeta insanların yolları üzerinde durmuş; onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından, altlarından ve üstlerinden giriyor, hedeflerine ulaşmak için her yolu deniyordu.
Kimini para ile kimi makam ile kimini korku ile kimini din ile kimini kin ile satın almış ve kendine köleler haline getirmişti. Çok kalabalık bir köleler ordusu kurmuştu.
Ama her şeye rağmen ona kul ve köle olmayı reddedenler vardı. Onları ise hapisler, işkenceler, sürgünler, açlıklar, susuzluklar ve yokluklar bekliyordu. Erdoğan asilerin isimlerini tarihten silmeye azmetmişti bir kere. Bütün muhalif parşömenleri yakmıştı.
Bazılarının isimlerini dahi ağza almayı yasaklamıştı. Gazete ve televizyon gibi medya organlarının kapılarına kilit vurmakla kalmamış, arşivlerini dahi yok etmişti. Çünkü o arşivlerde Erdoğan’ı rahatsız eden geçmişi vardı. Konuşan her kim varsa dillerini kesmek ve gözlerini oymak istiyordu.
Kimini zindanlara attı, kimini bir gece vakti bilinmez yerlere kaçırdı. Kaçıp canını kurtaranların başlarına ödül koydu ve peşlerine kelle avcılarını gönderdi.
Üstelik Erdoğan’ın kölelerinden ona tanrısallık dahi atfedenler vardı. Erdoğan’ı Allah’ın sıfatlarını üzerinde taşıyan kişi olarak tanımlıyorlardı. Bir çeşit tanrı kraldı artık o. Ve ona dokunmak ibadetti kulları için. Onun için çalışmak ve ona destek olmak, cennet beratı almaktı. Ona itaat edenlere cennet, asilere ise cehennem mukadderdi(!). Öyle iman ediyorlardı.
Erdoğan’a inananlar, onun yenilmez biri olduğuna da iman ediyorlardı. Yenilmezdi. O ne komplolar ve ne tuzaklar boşa çıkarmıştı. Güya yedi düvel bütün entrika ve planları ile ona saldırmış ve mağlup olmuşlardı. Bundan dolayı her söze başlayan, onun adı ile başlıyordu.
Her cümlede mutlaka ona atıflar yapılıyordu. Ona sırtını dayanan mutlaka muzaffer olurdu. Onun el verdiğini ise mağlup edilemezdi. O bir işe girişti mi başarı mukadderdi. Reis kazanamayacağı bir yarışa girmezdi.
Heyula dalga dalga bütün Anadolu’yu bir Pers büyüsü gibi istila etmişti. Bu atmosferde yeni bir seçim yapılıyordu. Kenarda kıyıda kalmış, ismi unvanı bilinmeyen, fanilerden bir fani İstanbul’da, Erdoğan’ın karşısına dikilmeye cüret(!) etmişti. Erdoğan önce küçümsedi. Hatta sarayında da ağırladı.
Ona tebessümlerini de esirgemedi. Nereden bilebilirdi ki, bu faninin onun yüce saltanatında bir gedik açacağını, onun fani yüzünü insanlara göstereceğini, bir tanrı kralın yaralanabileceğini, onun kullarına dahi ispat edeceğini.
Seçimler oldu. Tıpkı Leonidas’ın, Xerxes’in yanağını parçalayıp, kanlar akıtan mızrağı gibi sandıklardan İmamoğlu bir mızrak gibi fırladı ve Erdoğan’ın yanağını parçaladı. Kendisinde tanrısal güçler vehmeden o adam, omurgasında insansı bir korkunun soğukluğunu hissetti. Hayati bir tehlike yoktu.
Ama herkes Erdoğan’ın da etten kemikten olduğunu ve yenilebildiğini gördü. Bence bu seçimlerin en önemli özelliği Erdoğan’ın yenilebilir olduğunu dünyaya göstermesidir. Bundan dolayı Erdoğan, “Dört buçuk yıl seçim yok” diyor.
Erdoğan bu süre zarfında fani yüzünü insanlara unutturmaya çalışacak, yeniden tanrısallığını tahkim etmeye çalışacak. Mümkünse asileri acımazca cezalandırmaya ve isimlerini tarihten silmeye çalışacak.
Ama dünya özgür insanların hep bir yerlerde var olduğunu ve mücadeleye devam ettiğini bilecek.