Devrimler evrensel ve/veya evrensel olma iddiasında olan değerleri, değerler ise hukuk ve siyaset üretmiştir. Bu hukuk ve siyasi düzen üzerinde modern dünya inşa edilmiştir. Bugünün modern dünyasının üç temel devrimin ürünü olduğunu söyleyebiliriz. Modern Türkiye düzeni de bu devrimlerin etkisinde kalmıştır.
1789 tarihli Fransız Devrimi insanı merkeze alan ve insan haklarını önceleyen bir “değerler manzumesi” üretti. Bu değerler manzumesine dayanan liberalizm de özellikle “insana güven” esasını temel yaparak geniş özgürlük alanları inşa etmiştir. Bu özgürlükleri güvence altına alan bir hukuk düzeninin üzerinde yükselen “Batı Medeniyeti” yeryüzünde milyardan fazla insana refah ve huzur ortamı sağlamıştır, diyebiliriz.
Rusya’da meydana gelen 1917 Bolşevik Devrimi ise komünizmi inşa etmiştir. Yeryüzüne cenneti getirme iddiasındaki komünizm, Lenin ve Stalin gibi liderlerin elinde şiddetli bir otoriterliğe dönüşmüş, bırakın refah üretmeyi, halkın o güne kadar var olan özgürlüklerini dahi elinden almıştır. İnsanlar sistemin birer fedaileri olan kölelere dönüştürülmüşlerdir. Hal böyle olunca sistemin ömrü bir insan ömründe daha kısa olmuş ve 1991’de Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile bu sistem de büyük oranda yıkılmıştır.
1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devrimi ise bu devrimlerin silsilesinin üçüncüsü kabul edilir. İran’daki otoriter rejime alternatif olarak gelişen devrim, başarı ile sonuçlanmıştır. Her devrim gibi İran İslam Devrimi’nin de büyük idealleri ve iddiaları vardı. İslam’ın evrensel değerlerine dayandığını iddia eden Devrim, ikinci bir “Saadet Asrı”nı kurma tasavvuruna sahipti. Millî Görüş’ten Oğuzhan Asiltürk bu hedefi söyle izah ediyordu: “İran İslam İnkılabı tam da bu müjde bağlamında umut verici bir gelişmedir. Bakın ümitvar olmalıyız. Belki biz göremeyeceğiz, ama gençler görecek, Asr-ı Saadet yeniden tesis edilecek. Bunun için İran İslam Cumhuriyeti, Türkiye’de Milli Görüş bütün azmiyle çabalıyor.”
Hazreti Muhammed’den sonra devam eden otuz yıllık İslami bir idareden sonra, günümüze kadar yüzde yüz İslami denebilecek herhangi bir yönetim tarzı ortaya konulamamıştır. Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Safeviler, Osmanlılar ve diğer irili ufaklı İslam devletlerinin hiçbirinin tam olarak İslam siyaset tasavvuruna sahip olduğu söylenemez.
İşte İran İslam Devrimi de bu siyasi mirasın üzerine yapılmıştı. Ne yapacaklarını tam bilemediklerinden önce solun argümanları olan anti emperyalizm ve anti siyonizme sarıldılar. Böylece İran Devrimi reaksiyoner bir harekete dönüşerek kadük hale geldi. On yılın sonunda ise soldan sağa savrulup milliyetçiliğine sarıldılar. Kuruluş itibari ile “İslam için İran” düşüncesi yerini, “İran için İslam” düşüncesine bıraktı. İslam, Pers milliyetçiliğinin araçlarından birine dönüştü.
Devrim olarak anılmasına rağmen, İran İslam Devrimi’nin ortaya koyduğu yeni bir değer yoktur. Komünizm kadar bile bir yenilik ortaya koyamamıştır. Tarihten iktibas ettiği parçacı çözümler ve fikirler bir siyasi teori görüntüsüne sahip olsa da aslından gerçek bir teoriye dönüşmemiştir. Zayıf bir blokaj ve cahil bir güruha dayandığından İran Devrimi bırakın refah üretmeyi, İran’da ve İslam dünyasında birçok karışıklığın da ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
İran, devrimden sonra İslam ülkelerine devrim düşünceleri ve radikalizm ihraç etmeye başlamıştır. Bir kavram olarak “devrim” fikrinin İslami olup olmadığı bile tartışılmadan siyasal İslam hareketleri bu akımın etkisine kapılmışlardır. İslami devrim düşüncesinden daha uzun bir geçmişe ve makul bir fikir sermayesine sahip olan bazı İslami hareketler kendi doğalarının zıddına, İran’dan gelen bu akıma kapıldılar. Mısır menşeli Müslüman Kardeşler, Pakistan menşeli Cemaat-ı İslami ve Türkiye’deki Millî Görüş gibi birçok İslami hareket, bu devrim düşüncesinden etkilenmişlerdir. Hatta bu devrim düşüncesi El-Kaide, IŞİD, Boko-Haram gibi örgütlerin doğuşunu tetiklemiştir.
İran Devrimi refah üretemeyince kendi halkına karşı propaganda çalışmalarına ağırlık verdi. Halk fakirlikle boğuştuğu halde bir taraftan anti emperyalist ve anti siyonist söylemlerle halkın rejim etrafında konsolidasyonu sağlanırken, diğer taraftan İran’ın askeri gücünün propagandası yapıldı. Bazen Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’deki çatışmaları birer zafer olarak takdim etmiş, bazen de kontrollü küçük çatışmalarla halka güçlü oldukları hissini vermiştir. Böylece halkına yalan söyleyen bir rejim ortaya çıkmıştır.
Trump’ın Süleymani’yi öldürmesi ise; helyum gazı ile şişip yükselen ve yüksekte durdukça ihtişamlı görünen bir balonun patlatılması gibi, İran’ın nasıl kof bir askeri gücü olduğunu bütün dünya gibi İranlılara da gösterdi. Üstelik ABD’ye misilleme yapacağım diyerek attığı füzeler ya boş binaları vurdu ya da isabet etmedi. Sadece birkaç ABD askerinde hafif sıyrıklar olmasına rağmen İran, 80 ABD askerinin öldürüldüğü yalanını halkına söylemeyi ihmal etmedi.
Aslında İran’ın kalabalık bir resmi cenaze törenini bile, organize kabiliyetine sahip olmadığını herkes gördü. Bütün bunlara ek olarak yolcuların çoğunluğu İranlı olan Ukrayna Havayolları’na ait bir yolcu uçağının İran Silahlı Kuvvetleri tarafından füze ile vurulması, İran İslam Devrimi’nin ulaştığı teknoloji seviyesini tespit etmemiz için bize önemli ipuçları vermektedir. İran, 176 masum sivili öldürürken bile yalan söylemekten geri durmadı. Önce kaza dedi. Sonra İranlılar tepki gösterince uçağı düşürdüklerini itiraf ettiler.
İran balonu patladı bir kere. İran halkı da uyandı. “Bize yalan söylemeyin” diyerek günlerce rejim aleyhtarı gösteriler düzenlendi. Rejim aleyhtarı gösteriler uzun zamandan beridir devam ediyordu zaten. Rejim ise protestocuları öldürmekten çekinmiyor ve çekinmeyecek de. Hem yalan söylüyorlar hem de bu yalanlara inanmayanları öldürüyorlar. Aslında İran İslam Cumhuriyeti yani İslamcı bir rejim çökmüştür. Ama İslamcılar, “n’apalım başaramadık” deyip, bırakıp gidecek değildirler. İran halkını bekleyen büyük bir faturanın olduğunu tahmin etmek zor değildir. Şimdiden binden fazla muhalif hayatını kaybetti bile.
Türkiye ile İran arasında paradoksal bir rejim ihracı vardır. İran’da Şah Rıza Pehlevi, Atatürk’ün Türkiye’de başlattığı modernleşme hareketlerinin etkisinde kalarak, İran’da bir modernleşme hareketi başlatmıştır. Her iki rejimin otoriter bir modernleşme olduğunu Eric J. Zürcher gibi tarihçiler ifade etmektedirler. Atatürk döneminde Türkiye, İran’a rejim ihraç etmiştir.
Bugün ise İran, Türkiye’ye rejim ithal etmektedir. Millî Görüş hareketinden doğan siyasi partiler, İran Devrimi’nin fikir zemininde gelişmişlerdir. Gerek tarihin kaydettiği tek İslam Devleti ile günümüz arasındaki on dört asırlık uzaklık, gerek Türkiye’de Türkçe yazılmış İslam siyaset teorisini anlatan tek bir eserinin bulunmayışı (Ocak 2016’da doktora tezimi tamamladığımda, literatür taraması yapmış ve bu konuda Türkçe yazılmış bilimsel bir eser bulamamıştım), siyasal İslamcı hareketlerin İran modelini benimseme sebeplerindendir.
Her ne kadar “gömlek değiştirdim” diyerek siyasete hızlı bir giriş yapmış olursa olsun, Erdoğan’ın da zihnindeki modelin İran İslam Devrimi olduğundan şüphe yoktur. Gömlek değiştirmek sadece bir takiyyeden ibarettir. İran’ın desteği ile gerçekleşen 15 Temmuz’a bir devrim görüntüsü kazandırmak için yoğun çalışmalar devam ediyor. F-16’lara karşı durmak, tankın egzozuna atlet tıkamak gibi TSK aleyhine geliştirilen retorik yeni rejimin neye karşı kurulduğunu ifade etmektedir.
Darbesi, karşı darbesi, referandumu ve seçimleri dahil bin bir hile ve yalan üzerine kurulan İslamcı 15 Temmuz rejimi tel tel dökülmektedir. Bırakın refah üretmeyi, iktidarı ele geçirdiklerinden bu yana halk birkaç kat fakirleşmiş ve bir devleti ve toplumu ayakta tutacak bütün kurumlar çökmüştür.
Ama rejimin başarılara ve zaferlere ihtiyacı olduğundan, başarı ve zafer yalanları ile halk uyutulmaya devam edilmektedir. Suriye’de bir çiftlik büyüklüğündeki araziyi kan dökerek ele geçirmeyi bir zafer, yıllar önce lansmanı yapılmış bir otomobili tekrar tanıtmayı yerli araba diye yutturmaya çalışmak yalan değil de nedir?
Fıkra gibi; Adamın biri geldiği yerden para dağıtıldığı yalanını söylemiş. Bir müddet sonra halkın oraya hücum ettiğini görünce, acaba olabilir mi diye kendisi de gitmiş. Kalkmış bir de yerli otomobil siparişi veriyor. Komedinin son sınırı trajik.
Enflasyon rakamlarından işsizlik oranlarına, eğitimin kalitesinden yerli silah sanayisine kadar söyledikleri her şey yalandan ibaret. Üstelik bu yalanlara inanmayanları da cezalandırmaktan çekinmiyorlar. Tıpkı İran’daki gibi.
Başarısız oldular. Türkiye’de İslamcılık ilk denemesinde çöktü. Ama hiçbir şekilde bırakıp gitmeye niyetlerinin olmadığını da attıkları adımlardan anlıyoruz. “15 Temmuz Muhafız Birlikleri” legal ve illegal bir şekilde kurulmuştur artık. Karşı çıkacakları büyük bir bedel beklemektedir. Geçmiş olsun Türkiye!…