Kuyudaki adam

Korkuları ile inşa ettiği çölde ya da çöle çevirdiği memlekette her tehlikeden emin ve mutlak bir güven içinde seyahat ederken, o ana kadar hiç duymadığı korkunç sesle yerinden ok gibi fırladı. Sesin hangi yönden geldiğini anlamadan kaçmaya başladı. Canavarın her geçen saniye daha da yaklaştığını, ayak sesinden değil, ensesini yalayan sıcaklıktan anlıyordu. 

Ab-ı hayat bulmak ümidiyle daha önce kazdığı susuz kuyuya doğru can havliyle kaçıyordu. Canavarın pençelerinden, son anda, kendini kuyunun boşluğuna bırakarak kurtulabildi. Boş bir çuval gibi, kuyunun duvarında göğermiş bir çalıya takıldı. Bütün bir ömrü aldanmak ve aldatmaktan ibaret olan o zat, en dibe doğru devrilirken çalının dikenli dallarına dört ellle sarıldı. 

Kurtulduğunu zannetti. Ama yine aldandı. Kuyunun dibini, ağzı kuyu ağzı kadar, yemini bekleyen bir ejderha yuva edinmişti. Alevler fışkırıyordu, her nefes verdiğinde. Biraz soluklanıp da korkudan patlamış gözlerini yukarıya çevirince, onu kovalayan canavarın bir çöl aslanı olduğunu gördü. Aslan kuyunun tepesinde nöbet tutuyordu, ejderhanın ağzından çıkan alevler paçalarını tutuştururken.

Çalının dallarını sımsıkı tutan ellerinin yavaş yavaş uyuşmaya başladığı bir hengamda ve siyah ve beyaz iki farenin de incirin köklerini kemirdiğini gördüğünde içine düştüğü dehşet tarif edilemez bir hal aldı. Ya ellerinde derman kalmayıp düşecek, ya da farelerin kemirdiği ağaç kökü kırılacaktı. Birkaç dakikası vardır. Az sonra ejderhanın yemi olacaktır. Kurtulma şansı yoktur. O, bu halde, yalvaran gözlerle çevresine bakarken, çalının yapraklarından akan bal damlarını görür. İçinde bulunduğu hali unutup, dilini uzatarak o balı yalamaya başlar…    

Leo Tolstoy “İtiraflarım” adlı eserinde bu Şark Masalı’nı, hayatın anlamını sorgularken anlatır. Halbuki itiraf etme erdemini o Şark toplumlarında görmek imkansızdır. İtiraflarını yazmış veya yazacak kadar erdemli kaç Şarklı vardır ki?

Biz bir Şark topluluğuyuz. Şark hikayeleri de bizim hayatlarımıza tutulmuş birer ayna gibidir. Nesiller boyu toplumdan topluma tevarüs etmiş davranış kalıpları hep aynı sonucu doğurmaktadır. Evet bizim toplumumuz hep aynı kötülüğü doğurmakta ve kendi eliyle yarattığı o kötülüğün sonuçlarına maruz kalmaktadır. Kadere inanıyorsanız, onun aslında adil olduğunu da anlamışsınızdır. O şimdiye kadar kimseye haksızlık yapmamıştır. 

Çin’de ortaya çıkan bir virüs bütün insanlık için bir tehditte dönüştü. Farklı bir tür, insan türünü yok etmek için saldırıyor ve insanlık şimdiden çok ciddi kayıplar vermeye başladı. Toplumlar, başlarında liderleri, bu ölümcül virüs ile mücadele ediyorlar. En azından benim izlediğim medeni toplumların liderleri, her gün, karşılarında kendilerini sorumlu hissettikleri toplumlarının huzuruna çıkıp aldıkları tedbirleri anlatıp, halka da ne yapmaları gerektiğini söylüyorlar. Halk bilgilendirildiği ölçüde bilinçli ve sorumlu davranışlar sergileyip, bu topyekûn mücadeleye katkı sağlıyor.

Biz de ise durum tam tersi. Halka karşı herhangi bir sorumluluk hissi taşımadığı aşikar olan Erdoğan, virüsün ortaya çıkması ile beraber ortadan kayboldu. Zaten ne zaman bu zavallı halkın başına bir musibet ve bela gelse ortadan kaybolmayı kendine huy edindi. Henüz kısa bir süre önce onlarca askerimiz Ruslar tarafından öldürülürken, o yine ortadan kaybolmuştu. Bilmem kaç gün sonra Mehmetçiğin katillerine temenna durup methiyeler dizerken gördük. Anlaşılan Pembe İncili Kaftan hikayesini okumamış. Okuduğu kitap var mıdır?

Şimdi de durum aynı. Halk topyekün kırılabilir ve durum kimsenin üstesinden gelemeyeceği bir hal alabilir. Ama o, önce kendini ve haremini emniyete almanın telaşında. Susuz ve bereketsiz bir kuyuya benzeyen Saray’ını bütün giriş ve çıkışlara kapattı. Bakmayın Saray’ın yer üstündeki görüntüsüne. Görünenden daha fazlası yeraltındaki karanlıklara kurulmuş. O da kendini, yerin bilmem kaç kat altındaki dehlizlerin birinde virüse karşı korumaya aldı.

Aldanıyor. Çünkü o Saray’ın dehlizlerinden çıkmaya ve tekrar halka karışmaya karar verdiğinde, girdiği gibi çıkamayacak. Herşey değişmiş ve herkes her şeyi anlamış olacak. Herkes Erdoğan’ın gerçek yüzünü görmüş olacak. Böylece onun o meşhur rüyası da gerçekleşmiş olacak. Ama korkarım ki herkes için geç olacak.

Evet aldanıyor. Çünkü korku hissi, insanın hayatını koruması için vardır. Yoksa hayatını zehir etmek için değil. Erdoğan ise korkularından dolayı hem hayatını çekilmez bir paranoyaya çevirdi, hem halkın. Bir keresinde, yatak odasının camına bir toz kanatlı kelebek çarptığında, suikaste maruz kaldığı evham ve korkusu ile yatağından fırlamış sabaha kadar Saray’ın içinde bir o yana bir bu yana koşturmuştu. Nihayet Saray’ını korumak için S-400 almaya karar vermişti.

Evet Türkiye son yıllarda tarihinin en zayıf dönemlerinden birini yaşamaktadır. Ülkeyi bu denli kırılgan hale getiren Erdoğan ve korkularıdır. Erdoğan evham ve korkularından dolayı, ülkenin yüzyıllık birikimini telef etmiş, kendi ikbal ve istikbali için tehdit ve tehlike tevehhüm ettiği bütün kurumları ve kişileri tarumar etmiştir. O toplumu ayakta tutacak gerçek bilim adamlarını, dürüst iş adamlarını, namuslu gazetecilerini, ahlaklı emniyet mensuplarını, fedakar doktorlarını ve öğretmenlerini ya hapse atmış, ya da meslekleri elinden alarak yokluğa mahkum etmiştir. Geriye Erdoğan’ın etrafına doluşmuş ve ona biat eden, onun her sözüne methiyeler dizen düzinelerce kifayetsiz ve muhteris kalmıştır. 

Binaenaleyh Erdoğan bir taraftan ecel terleri dökerken, diğer taraftan çalı yapraklarındaki balı yalayan adam gibi, bu ölümcül durumu dahi bir fırsata çevirmenin hesabını yapmaktadır. Bu durumdan istifade ederek, bir taraftan sosyal yardım adı altında yıllardır beslediği yandaşlarına ek yardımlar yapıyor, diğer taraftan herkes gibi zor duruma düşen yandaşlarını kurtaracak paketler hazırlıyor. Bu acil durumu dahi seçim yatırımına dönüştürmekten sıkılmıyor.

Halkın can derdine düştüğü bir zaman diliminde o, seçimde kaybettiği Batman Belediyesi gibi birkaç belediyeyi daha gasp etti. Halbuki elleri uyuşuyor ve birkaç dakika sonra ejderhanın ağzına düşecek…

Şimdi de yeni bir altın vuruş yapmanın derdinde. Meclis’e gönderdiği af paketin de anlaşılacağı üzere, suç işleyip de hapse düşenleri kurtarmak ve Erdoğan’a muhalif olanları ise Hitler’in gaz odalarına dönen hapishanelerde katletmek istiyor. Kısaca yandaşa af paketi denilebilir buna. Katiller, hırsızlar, dolandırıcılar, tecacüzcüler ve uyuşturucu tacirlerinden oluşan yandaşlar (yandaş ifadesini ağır bulan varsa 17/25 davalarına, Zindaşti dosyasına, Tahir Elçi cinayetine, Ensar Vakfı’na baksın) çıkacak fakat Ahmet Altan, Ali Ünal, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala gibi herhangi bir suça karışmamış muhalifler içeride ölüme terk edilecek. Kontrollü muhalefet de bu pakete destek vererek suç ortağı olacak. Umarım yanılıyorumdur.

Ama bütün bu çabalar beyhudedir. O dehşetli son Erdoğan’ı beklemektedir. Ejderha da, fareler de, aslan da yerli yerindedir…



About Me

Ali Agcakulu is an academic, author, and columnist. After he graduated from the Graduate School of Social Sciences at the Yildiz Technical University in 2016, he worked as a Postdoctoral research fellow at The Catholic University of America. He published two books; “The Brief History of Kurdish Nationalism” and “Said Nursi’s Political Theory or The Reform of Islamic Political Thought”. As a journalist, he was a columnist with Rota Haber and Ocak Medya news websites between 2015-2019. He also has many academic and semi-academic articles published in various magazines and newspapers. He is currently a columnist with the Ahval News website. His expertise is on the history and philosophy of Turkey’s relationships between religion and politics.

Haber bülteni

%d blogcu bunu beğendi: