Bu soruyu biraz değiştirerek şöyle de sorabiliriz: “Erdoğan, Esad olur mu?” (Esed mi demeliydim?) Ya da bir adım daha ileri gidip; “Erdoğan’ın yaptığı veya yapmak zorunda kaldığı yada hissettiği tercihini, alternatif tercihleri ile beraber sorguluyabiliriz: Erdoğan; Saddam mı, Kaddafi mi, El-Beşir mi veya Esad mı olacak?” şeklinde de sorabiliriz.
Erdoğan’ın önüne koyduğum bu tercihleri acımasız bulmuş olabilirsiniz. Fakat haklıyım ben. Erdoğan’ın, Güniz Sokak sakini “Bir Bilen” olma ihtimalini veya Boğaz’da mutena bir meskene tahassun edip ve torun severek memleket meseleleri ile ilgili fikir beyan edecek “Âkil Adam” olma ihtimalini elinin tersi ile ittiğini herkes biliyor, diğer güzel akıbet ihtimalleri ile beraber.
Makul bir insanın “Erdoğan neyse de, attığın başlık Türkiye’ye haksızlık olmuyor mu?” şeklinde bir itirazda bulunması gerekir. Erdoğan yolunu kötüye kırdığında, onun kötülüğünü tasvip edenler, yani aslında açık veya gizli bu kötülüklere onay verenler, toplumun %60’ı, %70’i ise nasıl haksızlık etmiş olabilirim?
Erdoğan’ın suç ve cürümlerini ortaya çıkaran aydın, gazeteci, siyasetçi, polis, hakim ve savcıların, onun tarafından zindanlara atılmasını tasvip edenler toplumun çoğunluğu ise haksızlık yapmış olur muyum? Soruyu daha net olarak şöyle de sorabilirim: Selahattin Demirtaş’ın, Ahmet Altan’ın, Ali Ünal’ın, Müztaz’er Türköne’nin, yahut 17-25 Operasyonlarını yapan polis, savcı ve hakimlerinin hapiste olmasına toplumun yüzde kaçı onay veriyor?
Elimizde bir istatistik yok. Ama toplumun bu hukuksuzluğa onay oranı yüzde 60’ı geçiyorsa, sorduğum soruda herhangi bir haksızlık bulunmuyor demektir. Çünkü, artık kötülük galip gelmiştir. Erdoğan’ın akıbetini analiz etmeden önce, toplumun tercihine dair tarihten kısa bir değerlendirme yapalım:
Fısıh Bayramı yaklaşmıştır. Adet olduğu üzere, Yahudiye’nin Roma Valisi Pontius Pilatus bir idamlık mahkumu affetmek için halkın seçimine başvuracaktır.
Barabbas zindana atılmış azılı bir katil ve bir isyankardır. Hırsız ve ırz düşmanıdır. Acıması yoktur. Yakalanmış ve ölüme mahkum edilmiştir. Eline fırsat geçse yine yapacaktır. Yine ırza geçecek ve yine kan dökecektir.
Mesih… Yani, Meryem’in oğlu İsa. Adaletsizlik ve zulüm olan her yerde her vicdan sahibinin yaptığı gibi, insanları hakka çağıran, bir elinde mucizeler, ölülere hayat üfleyen ve hastalara şifa dağıtan, diğer elinde hikmetlerle dolu bir kitap, insanlara mutluluğun yollarını gösteren, şefkat ve merhamet kahramanı. “Sağ yanağınıza vurana sol yanağınızı da çevirin” diyen İsa.
İsa ve Barabbas aynı zindanı paylaşmaktadırlar. Pilatus dışarıda toplanan güruhun huzuruna çıkar ve onlara sorar: İsa mı, Barabbas mı?
Şuursuz kalabalıklar. Düşündükçe, hala yüreğim sızlar, aradan geçen 2000 yıla rağmen. O ulu zatı berdar edince , işledikleri suçlardan temize çıkacaklarını sanırlar. Böylece Barabbas’ın affına ve İsa’nın çarmıha gerilmesine karar verirler. Eklerler: “O’nun kanının sorumluluğu bizim ve çocuklarımızın üzerinde olsun…”
Neydi o topluluğun böyle dehşetli bir karar vermesine sebep olan? Kendisinden hiçbir kötülük görmedikleri bir kişinin idam edilmesine neden onay vermişlerdi? Ve bir suçluyu neden kurtarmışlardı?
İsa’dan önce de tercihini kötüden yana kullanan cemiyetler olmuştu. İyinin karşısında kötü iş, kötü kişi olur da kötü toplumlar olmaz mı? Kötülüğü tabiatlarının bir derinliğine dönüştürüp, kötülük düşünüp, kötülük planlayıp, kötülük işleyip ve kötülüğü savunan topluluklar yok mudur?
Hatırlayın kısa süre önce bizim toplumun temsilcilerinin tercihini: İyiler hapishanelerde ölüme terk edildi, kötüler ise özgürlüğe kavuşturuldu. Aradan 2.000 yıl geçse bile, her iki topluluk aynı noktada, aynı çizgi üzerinde ve aynı tercihte bir araya geldi. Zaman bir kez daha döngüsel aktığını bize göstermiş oldu.
Gelelim kötülük işleyen topluluğun liderine. Hazindir ki, onun izlerini adım adım takip ettiği Saddam ve Kaddafi onursuz bir şekilde öldürüldü. El Beşir ise devrildi ve şimdilik zindana atıldı. Çok sevdiği, çalıp çırpıp itina ile biriktirdiği mallarına el konuldu. Daha kötü bir akıbeti bekliyor. Sadece eski dostu Esad ayakta kaldı.
Hatırlayınız Arap Baharı (aslında Hazanı) Suriye’ye sıçradığında, Esad’a yapılan çağrıları. Diğer bütün medeni ülkeler gibi Türkiye de Esad’a reform yapma çağrısında bulunuyordu. O dönem Erdoğan şöyle diyecekti: “Sayın Esad ile iki kez görüşme yaptım… ‘Eğer bu halkın taleplerine sizler de reformist bir yaklaşımla olumlu cevaplar verecek olursanız, Suriye’deki sıkıntıları çok daha rahat aşmanızı sağlayacaktır’ tavsiyelerini yaptık.”
Hatta Suriye hükümet sözcüsü, 1963’ten beri yürürlükte olan OHAL’i kaldırmayı düşündüklerini, işçi ücretlerini artıracaklarını, sağlık sisteminde reforma gidileceğini, seçimlere Baas Partisi dışındaki partilerin katılmasına izin verileceğini, basına uygulanan sınırlamaların kaldırılacağını ve yolsuzlukla mücadele için yeni bir mekanizma kurulacağını söyledi.
Anlaşılan Esad karşılaştığı yeni duruma karşı zaman kazanmaya çalışıyordu.
Neticede Esad reform yapmadı ve protestolara karşı şiddet uygulamaya başladı. Türkiye gibi ülkelerin desteğine rağmen isyancılar herhangi bir başarı sağlayamadı. Aradan geçen yaklaşık 10 yıla rağmen Esad Suriye enkazının başında durmaya ediyor. 1 milyon civarında cenazenin ve terk edilip harabeye dönmüş milyonlarca hanenin başında. Daha da duracağa benziyor.
2000’li yıllardaki Suriye’nin politik, ekonomik ve sosyal durumu ile bugünkü Türkiye’nin politik, ekonomik ve sosyal durumu arasında öyle benzerlikler var ki. Rafa kaldırılmış özgürlükler, her gün biraz daha artan fakirlik ve işsizlik, yasaklanan gazetecilik, siyasi partilere yapılan baskılar, paramparça edilmiş ve aralarında büyük duygusal kopuşlar yaşayan bir toplum, her iki ülkenin ortak özelliği olmuş durumda.
On yıl süren iç karışıklık ve dış müdalelere rağmen Esad’ın ayakta kalması Erdoğan’ın ilham kaynağı oldu. Böylece Erdoğan “baas rejimi” gibi bir rejimi kurarak ve Türkiye’yi Esad Ailesi’nin Suriye’sine dönüştürerek ilelebet yönetmek istiyor. Tıpkı Esad ailesi gibi OHAL düzenini devam ettirmek istiyor. Yasal olarak kaldırılmış olsa bile filli OHAL beş yıldır devam ediyor.
MİT’i Suriye Muhaberat örgütü gibi kullanıyor. Devlet için çalışması gereken MİT, Erdoğan’ın ikbalini hazırlamakla meşgul. Öyle ki seçimlere dahi müdahale ediyor. Nerede ise sadece AKP için çalışan bir istihbarat var karşımızda. Erdoğan’ın istediği her türlü operasyonları itina ile yapıyor. Hatırlayın MHP ve CHP’ye kurulan tuzakları.
Erdoğan, 15 Temmuz’da provasını yaptığı ve sürekli sözde kahramanlıklarını destanlaştırdığı paramiliter kuvvetlerini hergün biraz daha güçlendirip, hem yasal kılıflarını hazırlıyor hem de ağır silahlarla donatıyor. Erdoğan’dan güç alan bu yer altı cinayet örgütleri, yaptıkları cinayet planlarını ekranlarda açıklamaktan çekinmiyorlar. Kimse de bunlar ile ilgili herhangi bir soruşturma yapma cesareti göstermiyor.
Esad’ın Nusayrilerine mukabil Erdoğan’ın da Diyanet eliyle organize ettikleri silahlı selefi örgütleri var. Bunların bir kısmı Suriye’deki eğitimlerini tamamladıktan sonra, Türkiye’ye dönüp, Bakanlarla resim çektirebiliyorlar.
Daha çok örnek verebiliriz, yapılan hazırlıklara dair. Ama Emniyet’in alım yaptığı son silah ve mühimmatı incelerseniz, Erdoğan’ın iç karışıklıklar için hazırlık yaptığını anlarsanız. Hatırlayınız 15 Temmuz akşamı Mehmetçiği öldürmek için teröristlere silah dağıtan Emniyet birimlerini.
Kaderin garip bir oyunudur ki şimdi, Erdoğan’a reform çağrısı yapılıyor. Ama Erdoğan Türkiye’yi süratle Suriye’ye dönüştürüyor.
Türkiye Suriye, Erdoğan da Esed oluyor.