Biden’a hazırlık ve NATO’nun komadan çıkışı

İlginç zamanlar yaşıyoruz. Yaşanan telaştan büyük bir fırtınanın yaklaştığı ve herkesin o fırtınaya göre en iyi pozisyonu almaya çalıştığı anlaşılıyor. Ama benim için daha ziyade bir “deja vu” hali bu.

1876 yılı yaklaşırken Sultan Abdülaziz iyiden iyiye Rusya’nın etkisine girmişti. Rus yanlısı Sadrazam Mahmut Nedim Paşa, 1856 Kırım Savaşı’nda Avrupa’dan alınan borç tahvilleri ödeyemeyip, Rus Elçisi İgnatiyef’in tavsiyesi ile onların değerini yarı yarıya düşürdü. Bu devletin iflası demekti. Bunun üzerine Avrupa basınında Osmanlı Devleti aleyhine büyük bir kampanya başlatıldı. İyice sıkışan Abdülaziz kabinede değişiklik yapmak zorunda kaldı. Ama bu değişiklik onun atadığı bakanlar tarafından darbe ile indirilmesine engel olmadı. Birkaç aylık bir fetret döneminden sonra İngilizler ile anlaşan II. Abdülhamit tahta getirilecekti.

 Üstelik o günlerde, bugün Türkiye’nin güney sınırlarındaki duruma benzer bir durum Balkanlarda yaşanıyordu. Yeni bir fırtınanın eşiğindeydi Türkiye o zamanlar. Tanzimat ve Islahat fermanları ile beklenen demokratik ilerleme sağlanamamıştı. Belki de bundan dolayı Balkan milletleri özgürlük için ayaklanıyorlardı. Osmanlılar da 600 yıllık imparatorluk birikimini bu zayıf Sırp ve Bulgar isyancılarına karşı orantısız kullanıyor ve onları büyük bir zevkle eziyordu. Sanki daha evvel Ruslardan aldıkları ağır yenilgilerin acısını bu zavallı azınlıklardan çıkarıyorlardı. Ne de olsa bu Slav cemaatlerinin arkasında Rusya vardı.

Balkanlarda orantısız güç kullanımı Hristiyan-Müslüman savaşı gibi algılanmaya başlanmıştı Avrupa’da. Bu algının oluşmasında İstanbul’da Hristiyanlara yapılan kötü muameleler ve ulema sınıfının çatışmalara bizzat iştirak etmesi tuz biber olmuştu. Osmanlı Devleti’ne karşı yeni bir Rus taarruzundan endişelenen ve Balkanlarda yaşanan soruna çözüm arayan İngiltere İstanbul’da bir konferans düzenledi. Fakat İngiltere’de 20 yıl önceki gibi, Rusya’ya karşı Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü savunan ve bunun için savaşacak bir hükümet yoktu. Çünkü liberal Gladstone muhalefeti İngiliz efkarını Osmanlı Devleti aleyhine çevirmeyi başarmıştı. 

İstanbul’da Balkan sorunu için Konferans devam ederken, II. Abdülhamit, Avrupa devletlerinin Osmanlı iç işlerine müdahalesini engellemek için Meşrutiyet’i ilan etti. Meclis açılacak ve azınlıklar sorunlarını, güya, bu Meclis’te gündeme getirip çözüm arayacaklardı. Üstelik bütün unsurların hukuku Anayasa garantisi altına alınacaktı. Dolayısı ile Konferans’ta Balkan sorunu ile ilgili bir karar almaya gerek olmadığı fikrini öne sürüyorlardı. Konferans devam ederken yapılan top atışları ile Meşrutiyet ilan edilmiş ve Kanun-i Esasi yürürlüğe girmişti. Daha evvel Tanzimat ve Islahat Fermanları ile sahnelenen oyunun bir kez daha, yine kritik bir zamanda oynanmasına Konferans’a katılan delegeler ilgi göstermedi. Çünkü artık Osmanlı Devleti inandırıcılığını kaybetmişti. Zaten kısa bir süre sonra askıya alınacak Anayasa ve kapatılacak Meclis Avrupalı delegeleri haklı çıkaracaktı. Kerhen demokrasinin ömrü yatsıya kadarmış.

ABD’de 20 Ocak’ta beklenen devir teslim töreninden sonra, Avrupa ve Ortadoğu’da hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bekleniyor. 2016’dan itibaren, Macron’un ifadesi ile, “beyin ölümü gerçekleşen” ve yoğun bakıma giren NATO’nun, komadan çıkması ve ârafta geçen zamanı telafi etmesi bekleniyor. Bundan dolayı Avrupa’da bu yönde ciddi bir telaşın olduğu ve hazırlığın yapıldığı gözle görülmektedir.

Malumunuz, NATO’nun kuruluş amacı öncelikle Rusya’ya (SSCB) karşı Avrupa’yı korumaktır. Rusya’nın tehditlerine maruz kalan Türkiye de 1952’de NATO şemsiyesi altına girerek hem kendini korumaya aldı hem de Avrupa’nın güvenliğine katkıda bulunma sözü verdi. Zaten son 300 yıldır Türk Ordusu’nu eğitip modernleştiren Batı, bu son hamle ile bir kez daha Türk Ordusu’nu eğitmeye ve yüksek silah teknolojisi ile donatmaya başladı. Bugün TSK’nın dünyanın iyi orduları arasında zikredilmesi NATO mezkûr katkılarından ve NATO üyesi olmasından dolayıdır.

Aslında sık sık dillere pelesenk edilen ve cahil idareciler tarafından Batı ile pazarlık amacıyla masaya sürülen “stratejik konum” da büyük oranda Türkiye’nin NATO üyesi olmasından kaynaklanmaktadır. Eğer günün birinde Türkiye NATO’dan çıkar veya çıkartılırsa, hem stratejik konumunu büyük oranda yitirir, hem de Rusya’nın işgaline açık hale gelir. Tarih bize, Türkiye’nin Batı desteği olmadan, Rusya’ya karşı kendini savunamadığını göstermektedir. Mesela 93 Harbi’nden evvel de Rusya, Osmanlı Devleti’ni yanına çekip, onun Avrupa ile ilişkilerini bozmuştu. Böylece yalnız bıraktığı Osmanlı Devleti’ne tarihinin en ağır darbelerinden birini vurmayı başarmıştı.   

2010 yılına kadar NATO ile büyük oranda sorunsuz sürdürülen ittifak, Erdoğan’ın otoriter hevesleri ve 17/25 Yolsuzluk Operasyonlarında suçüstü yakalanması ile değişmeye başladı. 17/25 Operasyonlarında her ne kadar Gülen Cemaati sorumlu tutulsa da dinleme ve izlemelerin ABD tarafından yapıldığı ve cemaatçi polislere ABD tarafından servis edildiği inancı, Erdoğan’ın NATO karşıtı Avrasyacı ve Ergenekoncu kadrolarla ittifak yapmasına sebep olmuştur. Hatta ABD Konsolosluk çalışanları, bundan dolayı, halen tutuklu bulunmaktadırlar.

Erdoğan’ın Ergenekon’dan tutuklanan general ve subayları görevlerine iade etmesi ile TSK içinde başlayan nicel değişim, 15 Temmuz sahte darbesi ile NATO’cu askerlerin neredeyse tamamının tasfiye edilmesi ile sonuçlanmıştı. NATO doktrini ile yetişen kurmay sınıfının kahir ekseriyeti, paradoksal olarak hala NATO’cu olduğu iddia edilen Hulusi Akar tarafından terörist olarak ilan edilmiş, zindanlarda işkencelere maruz bırakılmış ve 15 Temmuz Rejimi mahkemelerinde cezalara çarptırılmıştı. NATO’cu kurmay subayların ve generallerin tasfiye ve onların yerine 40 binden fazla selefi ve ülkücü personelin alınması ile TSK ciddi bir mahiyet değişimine maruz kalmış ve artık NATO içinde NATO’ya bir tehdit haline dönüşmüştür.

Şöyle ki; Erdoğan ve onun hakimiyetindeki TSK, NATO’nun yoğun bakımda olduğu dönemde, Rusya’nın tarihi emellerine bir adım daha yaklaşmasına zemin hazırlamıştır. Rusya’nın Suriye, Akdeniz ve Kafkasya’daki konumu Erdoğan ve TSK’nin himmetleri ile tahkim edilmiştir. Bu dönemde, Erdoğan NATO’nun koruması altında olan AB topraklarına Türkiye ve Akdeniz’den göçmen akınları tertip ederek, AB’yi istikrarsızlaştırmaya çalışmıştır. Üstelik işi NATO üyesi Yunanistan’dan toprak talebine kadar vardırmıştır. AB içindeki selefi ve ülkücü hareketleri AB’nin istikrar ve güvenliğini tehdit edici bir kuvvete dönüştürmüştür. İhvan’ın “1 Numarası” gibi (muhtemelen gerçek 1 numara) davranıp, İhvan hareketini bütün bir Batı için bir tehdide dönüştürmüştür.

Erdoğan’a hayat veren siyasal İslamcılık ile ona can kan katan ülkücülük, artık NATO içinde, NATO’nun güvenlik ve istikrarı için tehlike ve tehdide dönüştüğünden, NATO’nun nekahet dönemi sayılan şu günlerde, AB’de operasyonlara maruz kalmış ve bazı yerlerde bu hareketler yasaklanmıştır. Bu yasağın yakın zamanda bütün NATO üyelerine şamil olması beklenmelidir. AB’nin radikal İslamcılık ve ülkücülüğe karşı yürüttüğü bu operasyonları AB’nin Joe Biden’a yeni dönem için en önemli mesajı ve talebi olarak okumak en doğru analizlerden biri olacaktır.

Artık NATO üyeleri Erdoğan’ı, onu yaratan fikirleri ve o fikirlerle proaktif hale gelmiş bir TSK’yi istemiyorlar. Bu talepler NATO’nun artık nekahet dönemini tamamladığını ve eski proaktif günlerine dönmeye başlayacağının işaretidir. Üstelik yeni dönemde NATO’nun yeni projeksiyonu hakkında da bir fikir vermektedir.

Eğer NATO, TSK’yi tamamen gözden çıkarmadıysa ve TSK ile müşterek bir gelecek tasavvuru varsa 15 Temmuz Darbesi’nin soruşturacak ve gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlayacak bir komisyonu kurarak işe başlamalıdır. Darbeye bilerek ve isteyerek karışmış küçük bir azınlık dışında, hakları elinden alınmış ve soykırıma maruz kalmış bütün TSK personelinin ivedilikle görevlerine dönmesi ve TSK içinde NATO lehine bir dengenin kurulması sağlanmalıdır. Aksi durumda mevcut TSK’nin NATO içinde pek bir geleceğinin olduğundan bahsedilemez.

Tıpkı Abdülhamit’in Meşrutiyeti ilan etmesi gibi, şimdi de ekonomisi iflas etmiş, birçok ulusal ve uluslararası suça bulaşmış Erdoğan, bazı reformlardan bahsetmekte ve AB, ABD ve NATO lehinde müsbet beyanlarda bulunmaktadır. Bence Erdoğan sadece ve sadece zaman kazanmaya çalışıyor.

Artık herkes bu aldatmacanın farkındadır.