Avrupa’nın İslam krizi ve bir çözüm önerisi

Batı Medeniyeti Yunan felsefesi, Roma hukuku, Hristiyanlık değerleri ve son olarak Aydınlanma düşüncelerinin ürünüdür. İlk üç müessir unsurun Aydınlanma düşüncelerine göre yeniden yorumlandıklarını göz önüne aldığımızda Aydınlanmanın ağırlığı öne çıkar. Mezkûr Aydınlanma düşünceleri Batı’da modern yani seküler bir düzen kurduktan sonra, uzun ve sancılı bir geçiş dönemini müteakip, İslam coğrafyasında da kendine hayat bulmuştu.

Türkiye, Mısır ve İran’da, temelde Aydınlanmayı benimsemiş asker/aydın/siyasetçi liderler tarafından, radikal ve otoriter sekülerleştirme programları uygulandı. Türkler, İranlılar ve Arapların zihniyet değişimlerini sağlamak ve Aydınlanma düşüncelerini benimsemiş nesiller yetiştirmek amacı ile yapılan reformlar sancılı ve çoğu zaman kanlı olmuştur. Mezkur toplumlar, ağır baskılar ve şiddet uygulanarak değişime sonlanmıştır. Bu modernleştirme programlarından en sert olanlarından biri de Türkiye’de uygulanmıştır diyebiliriz.  

“Fransız tipi laiklik” de denilen bu otoriter modernleştirme programı ile Takriri Sükun Kanunu’na dayanan İstiklal Mahkemeleri’nde çok sayıda modernleşme karşıtı insan idam edildi. Mesela modern bir kıyafet olarak tanımlanan şapkayı takmayı reddeden insanların idam edildiğini tarih kaydetmektedir. Atatürk Nutuk’ta bu uygulamayı şöyle anlatır:

“…Efendiler, milletimizin başında, cehil, gaflet ve taassubun ve terakki ve temeddün düşmanlığının, alâmeti farikası gibi telâkki olunan fesi atarak onun yerine bütün medenî âlemce serpuş olarak kullanılan şapkayı giymek ve bu suretle, Türk milletinin, medenî hayatı içtimaiyeden, zihniyet itibariyle de, hiçbir farkı olmadığını göstermek bir lâzime idi. Bunu, Takriri Sükûn Kanunu, cari olduğu zamanda yaptık. Bu kanun cari olmasaydı, yine yapacaktık…”

Dini kurumlar olan medreseler, tekkeler, zaviyeler ve birçok camii kapatıldı. Arapça ezan yasaklandı. Camilere masa, sandalye konulmasından tutunda orkestra konulmasına kadar birçok fikir tartışıldı. İnanılmaz bir şekilde Müslüman Türklere yeni bir kutsal kitap yazmak için çalışmalar dahi yapıldı.

Bugün Macron’un en çok mustarip olduğu Erdoğan, bu Fransız tipi radikal modernleştirmeye tepkinin bir ürünüdür. Erdoğan’ın sözlerini sıktığınızda yukarıda zikrettiği modernleştirme süreçlerine eleştirileri günümüze taşıdığı ve arkasına aldığı geniş halk kitlelerini bu araçlarla konsolide ettiği görülecektir. Encamı itibari ile Türkiye’de uygulanan Fransız tipi modernleştirmenin başarısız olduğunu söyleyebiliriz. Kemalizm ölmüş yerine bir karşı devrim olarak Erdoğanizm yerleşmiştir.

Radikal ve otoriter modernleşme hareketleri İslam ülkelerinin geri kalanlarında da başarısız olmuştur. Mısır modernleşmesi ise İhvan Hareketi’ni doğurmuştur. Bu hareket hali hazırda Fransa ve Avrupa tarafından bir tehdit olarak algılanmaktadır. ABD ise bu hareketi bir terör hareketi olarak tanımlamaktadır. İran modernleşmesi ise 40 yıl evvel fiyaskoya uğramıştı zaten. Humeyni bir devrim gerçekleştirmiş ve eline geçirdiği araçların hepsini Batı ile hesaplaşmak için kullanmıştır. İran’ın Batı ile hesaplaşma serüvenine devam etmekle beraber, artık yanına Erdoğan gibi bir partner de alarak hesaplaşma araçlarını ve cephelerini çoğaltmıştır. Eğer Batı, Erdoğan’ı analiz ederken İran’ı gözden kaçırırsa büyük hata eder. 

Irak, Libya, Pakistan, Malezya, Endonezya, Cezayir ve Nijerya için de benzer süreçleri görmek mümkündür. Ama burada hepsini anlatacak durumda değiliz. Detaylı bilgi isteyenlere rahmetli Kemal Karpat’ın ‘İslamın Siyasallaşması’ adlı şaheserini tavsiye ediyorum.  

Günümüzde Avrupa’da yaşanan radikal İslam krizi mezkûr merkezlerdeki modernleşme hareketlerinin başarısızlığından bağımsız düşünülemez. Yaşanan kriz bir yönü ile Türkiye, İran ve Mısır’daki meydana gelen depremlerin Avrupa’daki artçı sarsıntılarıdır. Bizim Türkiye’de yaşadığımız çok büyük bir problemin Avrupa’ya küçük bir yansımasıdır sadece.

Fransa ve Avrupa’nın bir sorun ile yüz yüze olduğu bir vakıadır. Kanaatimce, Fransa ve Avusturya örneğinde olduğu gibi ya sorunun tam olarak ne olduğu anlaşılmamış ya da öyle görünmek tercih ediliyor. Özü itibari İslam ve bazı müesseselerini sorunun kaynağı gibi görüyorlar. Öyle gördükleri için, ki bunun hatalı bir teşhis olduğunu söylüyorum, hatalı bir tedavi usulü benimseniyor. Tıpkı Türkiye’nin modernleşme sürecinde yapılan hatalar gibi. 

İki yıl önce Fransa’nın sabık Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin de öncülüğünde 300 kadar katılımcının imzası ile, “Yahudi karşıtı fikirleri yaydığı ve Müslüman olmayanlara karşı şiddeti teşvik ettiği” gerekçesi ile “Antisemitizme Karşı Yeni Manifesto” adlı bir bildiri Le Parisien gazetesinde yayımlandı. Bildiri Kur’an-ı Kerim’de bulunan ve Yahudi ve diğer Müslüman olmayanlara karşı şiddet ve katliam emreden birçok ayetin çıkarılması için çağrıda bulunuyordu. Nasıl ki El-Kaide ve IŞİD mensubu teröristler Kur’an mealine bakarak katliamlar düzenliyorlar, 300 imzacı da aynı meale bakarak Kur’an’ın değiştirilmesini tavsiye ediyorlar. Her iki bakış açısının da yanlış olduğundan şüphe etmiyorum.

Fransa’da masum insanlara karşı işlenen bazı katliamlar ile, ki o zaman da lanetlemiştik şimdi de lanetliyoruz, Fransız hükümeti haklı olarak teyakkuza geçmiş ve radikal İslam ile mücadeleye başlamıştı. Siyasal İslam veya radikal İslam ile mücadele ederken, bir de baktık ki Macron hükümeti döneminde 43 kadar caminin kapısına kilit vurulmuş. Camilerin radikal fikirlerin yayılmasına zemin hazırladığı gerekçesi ile alınmıştı bu karar. Bu karar da yanlış bir karardır. Çünkü böyle kararların sadece radikal İslam’a güç kattığı ve onlara propaganda malzemesi verdiği görülmüştür. Türk medyasındaki öncü propaganda bunun delilidir. Şimdi camide toplananlar, camiler kapatılınca toplanmaktan vaz mı geçecekler? Elbette hayır. Yeraltına inecek ve daha tehlikeli hale gelecektirler.

Türkiye’nin modernleşme sürecinde yapılan hataların benzerleri Fransa’da da yapıldığına göre çözüm nedir? Avrupa ve Fransa bu radikal İslam’ın tehlikeli düşünceleri ile nasıl mücadele edecek?

Evvela radikal İslam ve İslamcılar ile mücadele, İslam ve Müslümanlar ile mücadeleye hiçbir şekilde dönüşmemelidir. Aksi takdirde 19. Yüzyıla geri gitmiş ve Gladstone’nun yaklaşımı benimsenmiş olur. Fransa ve Avrupa, yeryüzünde Hıristiyanlık’tan sonra ikinci büyük din olan İslam’ı ve 1.8 Milyar Müslüman’ı, insanlığın bir gerçekliği olarak kabul etmelidir. Tıpkı İslam’ı Avrupa’nın bir parçası gören Merkel gibi.

Bu ön kabulden sonra, radikal İslam’daki yanlışlıkların İslam alimleri tarafından ortaya çıkarılmasına destek olmak gerekir. Yoksa Müslüman olmayan bir bilim adamının İslam adına ortaya atacağı fikirler, isabetli olsa dahi, Müslüman avam halk tarafından kabul görmez.

Ben doktora tezimi Said Nursi’nin siyasi düşünceleri üzerine yaptım. Bu köşede ona sık sık atıf yaptığımı okuyucular da bilirler. Bana göre Said Nursi’nin resmettiği ve temsil ettiği ılımlı İslam anlayışı tam da Avrupa’nın aradığı İslam anlayışıdır. Müsaadenizle birkaç örnek vermek istiyorum.

Başta dedik; Batı medeniyeti Aydınlanma düşüncelerine dayanır. Aydınlanma düşüncelerinin temeli ise akıldır. Said Nursi en az Kant kadar akılcı bir insandır ve Kur’an ayetlerinin akla göre yorumlanması gerektiğini izah eder: 

“Takarrur etmiş usuldendir: Akıl ve nakil teâruz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir.”

Sadeleştirecek olursak; akıl ile Kur’an ayetleri çeliştikleri vakit, akıl esas alınarak o ayetler makul bir şekilde yorumlanır. Ama o aklın da doğru düşünme metotlarına sahip olması gerekir. Fransızların Kur’an’dan çıkarılmasını istediği ayetlerin günümüz şartlarına göre akıl ve mantık çerçevesinde yorumlanması ile büyük bir soruna çözüm üretilebileceği muhakkaktır.  

Kur’an ayetlerinin akla göre yorumlanması Aydınlanma değilse, nedir? İsterneseniz John Locke’un “Reasonableness of Christian Belief” adlı eserine bakın, aynı yaklaşımı görürsünüz.

Mezkûr bildirinin de konusu olan Yahudiler ve Hristiyanlar hakkındaki ayetlerin en meşhurlarından birisi de Maide Suresinde geçer: “Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyiniz.”  

Said Nursi burada yasağa konu olanların her zamanda yaşayan Yahudi ve Hıristiyanlar olmayıp, ayetin indiği zamanda Müslümanlara düşmanlık besleyenler olduğunu söyler. Yoksa bizim gibi insanlar olduklarından haddi zatında sevilirler. Mesela Yahudi veya Hıristiyan bir eşin olsa elbette onu seveceksin. Sonra ortaya çıktığı dönemde büyük bir inkılap gerçekleştiren İslam’ın ona benzeyen diğer dinlerin etkilerinden uzak olması için de böyle bir hükme ihtiyaç vardı. Ama günümüzde Yahudi ve Hıristiyanlarla dost olmak ise hem dünyanın asayiş ve huzuru için gereklidir. Hem de Batı’nın medeniyet ve ilerlemesinden istifade etmek için lüzumludur. Böyle bir dostluk ayetin yasağına konu olmaz, der. Görüldüğü üzere akıl ile çelişen bu ayet Said Nursi tarafından makul bir şekilde yorumlanmıştır.

Said Nursi’nin Kur’an ve İslam’ı akli bir şekilde yorumlaması aslında bugün bütün dünyada yaşanan İslam krizine bir çözüm ve reçetedir. Ilımlı ve barışçıl İslam’ın kurucusu olan ve yapılan bütün tahriklere rağmen bunu hayatı ile zirvede temsil eden Said Nursi’nin Kur’an yorumları üzerinde bir kez daha düşünmeyi hak etmektedir. Arkasında ciddi bir halk desteği de olan Said Nursi’nin görüşleri İslam’ın modern çağdaki yorumudur. Müslümanların ve Hıristiyanların müşterek kurabilecekleri bir medeniyetin temelini ihtiva etmektedir.