İsmet İnönü’nün İngiltere’de çiftliği var mıydı?

İngiltere’de iki yüz dönüme yakın arazi üzerinde kurulmuş bir çiftlik, İsviçre’de Saint Moritz’de muhteşem bir villa, Fransa’da deniz kıyısında, Paris ve Cenova’da birer ev. Son olarak Manhattan’da triplex bir daire alındığı haberleri medyaya yansımıştı. Sadece bunlar mı diye bir soru aklınıza gelebilir. Elbette değil. Dönemin gazetelerine yansıyan haberlere göre 20 Milyar dolar civarında bir servetin yurtdışına kaçırıldığı anlaşılmaktadır.

Hemen heyecanlanmayın öyle! İsmet İnönü’den bahsetmiyorum. Hemşehrim İnönü yerli ve milli bir insandı. Onun yurtdışına bir servet kaçırmış olması düşünülemez bile. O Türkiye’de doğdu, Türkiye’yi düşman işgalinden kurtarmak için cepheden cepheye koştu, zaferden sonra yeni bir devlet inşa etmek gece ve gündüz çalıştı. Bildiği ve inandığı doğrular istikametinde (ki bunları beğenmek zorunda değilim, siz de değilsiniz), sağa sola savrulmadan dümdüz yaşadı. En nihayetinde ülkeye bir demokrasi hediye etmesini bildi. Ve bu topraklarda öldü.

Öyle ise yurtdışına servet kaçıran ülke lideri kim?

“Sayeh-eh Hodah” yani “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi” lakabını kendine reva göre Muhammed Rıza Şah Pehlevi. O 1941-1979 yılları arasında İran Kralı olarak iktidarını sürdürdü. Babasından devraldığı saltanatı, hanedanının zenginleşmesi için istismar etti. 1958’de kurduğu ve her türlü vergiden muaf tuttuğu yardım derneği “Pehlevi Vakfı” (Pahlavi Foundation), aracılığı ile halkın öz kaynaklarını soyuyordu. Halka ait petrol gelirlerini hortumlayarak büyüyen Pehlevi Vakfı’nın elinde, değeri 3 Milyar doları bulan 207 şirket vardı. Bu şirketler hemen hemen her sahada faaliyet gösteriyorlardı.

Pehlevi Vakfı, Şah’ın iktidarına insan kaynakları yetiştirmek için okullar açıyor ve yurt dışına öğrenci gönderiyordu. Ayrıca hastane ve yol yapımı gibi yüzü halka dönük bazı hizmetleri göstermelik de olsa yapıyordu. Başında Şah’ın has adamlarından Cafer Şerif İmam olan vakıf, bütün ülkede büyük ve küçük bütün kamu ihalelerini almak sureti ile her gün daha da büyüyordu.

Halk sefalet içinde bir hayat yaşarken, Pehlevi Hanedanı halktan çaldıklarının sefasını sürüyordu. Hanedan böyle zevk u sefa içinde iken, bir gün halk ayaklanması ile devrilip gitti. Muhtemelen her hırsızın beklediği gibi, gelecek kötü günleri beklerken tedbirlerini almış ve yurtdışına birkaç nesil yetecek bir servet kaçırmışlardı. Devrimciler, ABD mahkemelerine Pehlevi Hanedanı’nın çaldığı serveti geri almak için dava açtıklarında, talep ettikleri miktar 20 Milyar dolardı.

Şükürler olsun ki bizim tarihimizde böyle yüz karası Cumhurbaşkanları olmamış. Atatürk’ten son Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’e kadar hiç kimse için böyle bir isnatta bulunulmadı. Reis-i Cumhurlarımızın farklı faklı siyasi görüşleri olmuştur, darbeler sonucu başa geçenleri olmuştur, dindar ve dinsiz olanları olmuştur, asker ve sivil kökenden gelenleri olmuştur ama milletin malını çalarak yurtdışına kaçırıp, orada kendine bir ikbal kurmaya çalışanı olmamıştır. Geçmişe dönüp baktığımızda vergi kaçıranı da yoktur, aşırı zengin olanı yoktur. En zengini bile mütevazi olmayı bilmiştir.

Sadece Cumhurbaşkanları da değil. Devlet görevini ifa etmiş birçok Başbakan için de aynı şeyler söylenebilir. Menderes ve Ecevit iki dürüst örnek olarak gösterilebilir. Arada yolsuzluğa bulaştığı iddia edilenler olsa da yurtdışına para kaçıranı tarihimiz pek kaydetmez. Ta ki son dönemlere kadar.

Adnan Menderes de Türkiye tarihine damga vurmuş siyasi liderlerden biridir. Oğullarından biri yurtdışında alışveriş yapmak için, başka birinden borç almak yerine bir banka hesabı açmak istediğinde Menderes çocuğunu azarlamış ve “Bir Başvekilin çocuğunun yabancı bankada hesabı olmaz!” demiştir. İşte varsa bir milli tavır, o da budur. Yoksa milletin servetini yurtdışına kaçırıp, orada har vurup, Hermes savurmak bir devlet adamına yakışabilecek bir tavır değildir.

Yakın tarihimiz itibari ile rahmetli Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Murat Demirel’in ismi bazı yolsuzluk olaylarına karışmıştı. Egebank’ın hortumlanmasından, zimmete para geçirilmesine kadar birçok dolandırıcılığa ismi karıştığı için hakkında soruşturma açıldı. Nihayet mahkeme kendisine 17,5 yıl mahkûmiyet verilerek mallarına el koydu. Türkiye tarihine silinmez bir mühür vuran Süleyman Demirel isteseydi, elbette nüfuzunu kullanarak yeğenini koruyabilirdi. Ama öyle yapmadı. Yeğenini Türk adaletine teslim etmekte tereddüt etmedi. Yapılanlardan aile çok rahatsız olacak ki, Murat Demirel’in babası Şevket Demirel öz evladını mirasından men etti.

Ya şimdi öyle mi? Türk devlet geleneği yıkıldı gitti. Şimdi meşruiyeti sorgulanan Cumhurbaşkanı ve son Başbakan Binali Yıldırım gibi has adamları yurtdışında çiftlikler, apartmanlar, villalar satın alıyorlar. Türkiye’ye vergi vermemek için gemilerini ve şirketlerini yabancı devletlere kaydediyorlar. Vakıflar yolu ile milleti soyuyorlar. Kamu ihaleleri aracılığı ile devletin hazinesini yurt dışındaki banka hesaplarına aktarıyorlar. Öyle ki bu servetleri uluslararası soruşturmalara konu oluyor ve bir şantaja dönüşüyor. Neden Türkiye’de değil de, başka ülkelerde kendilerine bir gelecek ve ikbal hazırlıyorlar? Yoksa Pehlevi gibi bir son mu bekliyorlar?

Çok sevinmesinler! Sevinmesinler çünkü Pehlevi hanedanı da çaldığı paralarla huzurlu bir hayat kuramadı. Bütün aile korku içinde bir hayat sürdü. Hanedanın kimi mensubu intihar etti, kimi bunalıma girdi. Halkın ahı tuttu ve haram para huzur vermedi. 

Şüphesiz Pehlevi’yi adım adım takip ve taklit edenleri de aynı son beklemektedir.