Döneminin tarihçileri olan vakanüvisler, yaşanan olayları yazarak kayda geçiren kişiler demektir. Osmanlı Devleti’nde tarihi öneme sahip olduğu düşünülen olaylar, devlet memuru olan vakanüvisler tarafından kayda geçirilirdi. Vakanüvisler sadece olayları değil aynı zamanda dönemin önemli görülen kişilerinin biyografilerini de yazarlardı. Gazetecilik ve siyaset biliminin henüz ortaya çıkmadığı veya gelişmediği dönemlerde vakanüvisler bir yönüyle gazetecilik faaliyeti yürütürlerdi. Halktan ziyade devlet adamlarını bilgilendiren vakanüvislerin kayıtları bugünden bakıp geçmişi yani tarihi anlamamıza yardımcı olan en önemli kaynaklardır. Önemi ile beraber taraflı olarak kayda alındığı için subjektif olan bu veriler, tahlil edilirken dikkatli olmayı da zorunlu kılmaktadır.
Bir olayı veya olguyu tahlil etmek için yapılan bir araştırmanın bir tarih çalışması mı, bir gazetecilik faaliyeti mi ya da bir siyaset bilimi incelemesi mi olduğu birbirine karıştırılabilir. Tarihçi farkına varmadığı halde bir gazetecilik çalışması veya bir siyaset bilimi incelemesi yapmış olabilir. Bu hal gazeteci veya siyaset bilimci için de geçerlidir. Yapılan araştırma bir olay veya olguyu tasvir ediyorsa bir tarih çalışmasıdır. Fakat araştırma olay ve olguyu tahlil ediyorsa bu bir siyaset bilimi çalışmasıdır. Olayı sadece rapor etmek ise gazeteciliktir. Genel kabul bu şekilde olduğu halde tarihçi tasvir ile beraber tahlil yaparsa ne olur? Ya da gazeteci olayı rapor ederken tasvir ve tahlillere yer verse ne yapmış olur? Ya da siyaset bilimci tahlillerini tasvirlerle süslerse tarihçilik mi yapmış olur? Bu sorunsal bütün sosyal bilimler için geçerlidir. Bundan dolayı sosyal bilimciler disiplinler arası çalışmaya yönelmiş bulunuyorlar.
Artık sosyal bilimler birbirinden bağımsız değildirler. Dolayısı ile sosyal bilimlerin bir dalında uzman olan bir bilim adamının, aynı zamanda ona yardımcı olacak diğer sosyal bilim dallarının literatürüne vakıf olması gerekiyor. Bir tarihçinin de çalışması, konusuna göre bazen sosyoloji, bazen felsefe, bazen siyaset bilimi veya başka bir bilim dalında uzmanlaşması gerekebilir. Bu durum diğer bilimler için de geçerlidir. Mesela siyaset bilimi çalışan bilim adamlarının bir müddet sonra kendilerini tarihin içinde bulmaları bir tesadüf değildir. Mümtaz’er Türköne ve Hikmet Özdemir gibi siyaset bilimcilerin ortaya koydukları tarih eserleri emsallerine göre son derece değerli eserlerdir. Burada sosyolog ve siyaset bilimci rahmetli Şerif Mardin’i zikretmek vefalı olmanın gereğidir. Siyaset bilimi ve sosyolojideki birikimini başarılı bir şekilde tarihe uyguladığından, mücevher kıymetinde kitaplar yazmıştır. Hala bir çok konuda aşılamayan bir bilim adamıdır Şerif Mardin.
Aynı durum gazeteciler için de geçerlidir. Başlangıç itibari ile vaka rapor ederek işe başlayan gazetecilerin bir müddet sonra tarihe veya siyaset bilimine yöneldiklerine şahit oluyoruz. Vaka raporu tarih açısından son derece önemli bir çalışmadır. Çünkü siyaset bilimciler ve tarihçiler bu vaka raporlarına dayanarak eserlerini ortaya koymak zorundadırlar. Günümüz gazeteciliğinin en önemli esası sayılan “objektif” olmak altın kadar değerlidir. O olmazsa gazetecilik çökeceği gibi, geleceğe doğru bilgiler akmayacağından gelecek de çökebilir. Binaenaleyh birçok gazeteci de mesleklerini tarihçilik ve siyaset bilimi ile takviye etmişlerdir. Mesela gazeteci Can Dündar, Yavuz Baydar, Fehmi Koru gibi duayen gazetecilerin aynı zamanda birer tarihçi ve/veya siyaset bilimci gibi eserler ortaya koyduklarını görüyoruz. Son dönemde Ahmet Nesin, Adem Yavuz Arslan ve Ahmet Dönmez gibi gazeteciler ise yaptıkları gazetecilik görünümlü siyaset bilimi çalışmaları ile tarihe çok önemli eserler bırakmaktadırlar.
Yakın dönemde bir bilim disiplini olabilmek için çırpınan uluslararası ilişkiler, çıkışı tarihe sığınmakta bulmuştur. Soyut uluslararası ilişkiler teorilerini tarihle desteklemek ihtiyacı hissetmişlerdir ki başka bir çıkışları da yoktur. Uluslararası ilişkiler nerede ise bir tarih ve siyaset bilimi kombinasyonuna dönüşmüştür.
Bir de sosyal bilimler anası sayılan felsefe vardır. Hemen hemen her şeyin bir felsefesi olduğu gibi (mesela tarih felsefesi, siyaset felsefesi gibi) felsefenin de bir tarihi vardır. Felsefe tarihi veya düşünce tarihi çalışan bir tarihçi en az bir felsefeci kadar felsefe bilmek zorundadır. Soyut olarak felsefe çalışan bir bilimi adamı da en azından bir altyapı oluşturmak için bir felsefe tarihçisi kadar tarih bilmek zorundadır. Felsefenin üç temel konusu olan ontoloji (varlık bilimi), epistemoloji (bilgi teorileri) ve aksiyoloji (değer felsefesi), hem bir felsefecinin temel uğraş alanıdır, hem de siyaset felsefesinin temelini oluşturur. Dolayısı ile bir içiçe geçiş hali söz konusudur.
Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Son olarak tarih ve felsefenin, geleceğin inşasındaki öneminden bahsedip mevzuyu noktalamak istiyorum. Tarihe mal olmuş Aristo ve Platon gibi felsefecilerin birer siyaset tasavvurları da vardır. “İdeal devlet yönetimi nasıl olmalıdır” sorusuna verdikleri cevaplar onların siyaset felsefelerini oluşturur. Hemen hemen her felsefecinin bu konuda düşünceleri vardır ki, daha sonra siyaset teorisi ile meşgul olan bilim adamları, filozofların düşüncelerinden siyaset teorileri inşa etmişlerdir. Bir de İbn-i Haldun gibi siyaset düşüncesini, felsefeye değil de tarihe inşa eden düşünürler vardır. Genel kanaat tarihçi İbn-i Haldun’un felsefecilerden daha çok isabet ettiğidir yönündedir. Bundan dolayı İbn-i Haldun’un tespitleri günümüzde hala geçerliliğini korumaktadır. Mesela ABD’nin ekonomi politikalarının yapımında İbn-i Haldun’un düşüncelerinden ilham alındığını Ronald Reagen söylemektedir.
Hülasa-i kelam, sosyal bilimlerin herhangi bir dalı ile meşgul olanların, sosyal bilimlerin diğer dallarında da yeterli bir bilgiye sahip olmaları gerekiyor. Globalleşen dünyada bilginin de globalleştini söylemek yerinde bir tespit olacaktır. Global dünyanın merkezinde ise tarih vardı.