Boyun eğmeyin o yalancıya

“Nûn; Kalem’e ve ehl-i kalemin onunla satır satır yazdığı yazılara yemin olsun ki.” (68/1) Bu makalede, tıpkı diğerlerinde olduğu gibi, sadece bildiğimiz ve bilip de inandığımız gerçekleri yazdık. Zaten biz hiçbir şekilde yalana tevessül etmedik, yalan yazmadık. Farkına varmadan hata yapmışsak bile, o hata içinde doğruyu araştırma azim ve gayreti vardır.

İlahiyat profesörü Mustafa Öztürk, bu yazının ilk cümlesinde ilk ayetini verdiği Kalem Suresi’nin 13. Ayetinde geçen “zenim” kelimesinin “piç, soysuz, nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğu” anlamına geldiğini söyleyerek, bunun Allah kelamı (sözü) olamayacağını ifade etmişti.

Bunun üzerinde Ali Bulaç kaleme aldığı makalesinde, ilgili ayetleri açıklayarak Mustafa Öztürk’ün mezkûr ayeti hatalı tercüme ettiğini ve her şeyden önce zina veya tecavüz sonucu doğan birinin suçlu olmadığını, diğer insanlarla eşit olduğunu ve kınanmayacağını ifade etti. Dolayısı ile “zenim” kelimesinin buradaki anlamının bu olmadığını ve kelimenin asıl anlamının ise, bir kişinin ait olmadığı başka bir kimliğe kendisini aitmiş gibi gösterip, bu konuda aşırıya kaçması olduğunu yazdı. Ayetin ilk muhatabının Kureyş kabilesinden olmadığı halde, Kureyş’e intisap eden Velid bin Muğire olduğunu söyleyerek şöyle devam ediyor:   

“Kureyşlilere intisab etmesi ona büyük avantaj sağlıyordu. Kabilenin prestijini, avantajlarını kullanıyor, servetine servet, gücüne güç katıyordu… Zamanla yükselmiş, güç sahibi olmuştu. Hz. Peygamber’in daveti başlayınca “kraldan çok kralcı” tutum takınarak Kureyşlileri elinden geldiğince Müslümanlar aleyhinde kışkırtıyor, onların prestij ve itibarını, güç ve statülerini istismar ediyordu ki, zenim kelimesinin geçtiği ayet, zımnen ona “Sana ne oluyor, sen bu kabileden değilsin, niye kışkırtıp duruyorsun, senin bu yaptığın ahlaksızlık değil mi?” diyor, onu kendi aslını/soyunu sopunu inkâr ettiği için ayıplıyordu…

Denilecek ki İslam soy sopu yücelten bir din mi? Elbette hayır! Ama Velid bin Muğire gibi oportünist insanlar etnik, sınıfsal, bölgesel, zümresel bir gruba sonradan katılır, o grubu asli unsurlarından daha şiddetle savunur ama asıl amaçları çıkar ve statü elde etmektir; amaçlarına ulaşmak için de her türlü tezviratı, dalkavukluğu yapmaktan çekinmezler. Bu ahlaki açıdan zaaf içeren tutum kavim veya kabile dışında günümüze partilere, cemaatlere, din ve mezhep gruplarına, örgütlere katılan samimiyetsiz, çıkarcı, ahlaksız kişiler için de geçerlidir.”

Ali Bulaç’ın “zenim” için yaptığı yorumu daha gerçekçi ve evrensel olduğu için benimsediğimi ifade etmeliyim. Kur’an-ı Kerim’in manasında tarihsellik ile beraber evrensellik de vardır. Hazreti Peygamber döneminde yaşanan tarihsel bir olay veya  varolan bir olguyu anlatan ayetler o dönemin ve/veya toplumunun ruh halini, değerlerini anlatıp varolan sorunlarına ilahi çözümler ortaya koyduğu gibi, aslında bir prototip kişi, olay ve olguyu izah ederek her zaman ve her yerde yaşanabileceklere de ışık tutmaktadır.

Kalem Suresindeki prototip Velid bin Muğire’dir. Model davranış özüne yabancılaşma ve olduğundan farklı görünmektir. Olgular ise çıkarcılık, taraftarlık ve ırkçılıktır. Geçmişte Kureyş kabileciliği yapan Velid bin Muğire, nasıl ki bu kabilecilik üzerinden bir statü ve çıkar kazanmış ise, geçmişte olduğu gibi gelecekte de Velid bin Muğire gibi insanlar olacak ve o çıkarcılık, taraftarlık, kavmiyetçilik ve ırkçılık üzerinden statü, çıkar ve nüfuz elde etmeye çalışacaklardır demektir. Tarihsel bir olayı nazara veren Kur’an, aynı zamanda evrensel bir çözümü de sunmaktadır. “Sakın böylelerine boyun eğmeyin.” Onlara benzemeyin demiyor. Demek ki böyleleri hep olacak, insanların zaafları, boşluklarını kullanacak ve onların üzerinde bir iktidar inşa edeceklerdir. Tarihin çoğu Velid bin Muğirelerin oluk oluk döktükleri kanları anlatır. Kur’an’ın insan kalmak isteyenlere tavsiyesi ise, bunlara benzemeyi bir kenara bırakın, bilakis bunlara sakın boyun eğmeyin ve bunlarla mücadele edin, şekindedir.     

“Sakın boyun eğme, servet ve hanedan sahibi diye, o bol bol yemin eden, değersiz adama! O gammaz, söz gezdiren, hayrın önünü kesene, o saldırgana, günaha dadanmışa! Şerefsiz, kaba, bir de soysuz (özünü kaybetmiş) olana. Kendisine ayetlerimiz okunduğunda ‘Bu eski insanların masalları!’ diyene, yakında onun burnunu dağlayıp damga basarız.” (68/10-16)

Bu ayetlerdeki hedefin sadece Velid bin Muğire olduğunu ve sadece 14 asır evvel yaşanan bir hadiseyi izah ettiğini düşünmek Kur’an’ın anlamını daraltmak olur. Ayet, aslında bir ceketin beden ve drop ölçülerini veriyor. Kimin üzerinde tam oturursa onu anlatıyor. Geçenlerde kaybettiğimiz modacı Pierre Cardin bu beden ve drop ölçülerinde bir takım elbise dikebilseydi, en çok alıcısı Türkiye’den olurdu. Çünkü bu ölçülere uygun hayli insan bulunuyor.

Şimdi sözü tarihe götürüp de; sarışın, mavi gözlü ve uzun boylu olmadığı halde, sarışın, mavi gözlü ve uzun boylu Ari ırkının üstünlüğünü ispat etmek uğruna dünyayı kana bulayan Adolf Hitler’den veya Türk olmadığı halde Türkçülüğü savunan ve Türkiye’deki Gayr-ı Müslimlerin de Türkleştirilmesi gerektiğini iddia eden ve kendine Tekin Alp demeyi uygun göre Moiz Kohen’den, yada Kürt olduğu halde Türkçülüğün temellerini atmak için kendine yabancılaşmış insanlardan, hülasa kendi dönemlerinin Velid bin Muğirelerinden bahsetmek istemiyorum, Velid bin Muğire’nin ruhunu taşıyanlar yanı başımızda dururken.

Bana göre bugün baş Velid bin Muğire rolünü oynayan Recep Tayyip Erdoğan’dır. Adeta o habis ruh onda temessül etmiştir. Sahneye çıktığı günden beri özünü kaybetmiş bir şekilde bir kimlik krizi yaşıyor. Milli Görüşçü mü, liberal mi, muhafazakar mı, Kürtçü mü, Türkçü mü, ümmetçi mi milliyetçi mi, mümin mi kafir mi belli değil. Farklı farklı dönemlerde birbiri ile uyuşması zor olan bu rollerin hepsini oynadı. Hangi kimliğe büründü ise o kimliğinin gerçek olduğuna insanları inandırmak için aşırılığa kaçtı, iğreti ve iğrenç davranışlar sergiledi. Usta bir sinema sanatçısı gibi rolünü başarıyla oynadı. Ama böyle görünürken asıl amacını gerçekleştirmeyi de ihmal etmedi.

Ayetlerin ifade ettiği gibi mal ve servet biriktirmek için bol bol yemin etti, binlerce yalan söyledi, insanları gammazladı, söz gezdirdi, hakaret etti, nerede hayır ve iyilik varsa baltaladı, hep saldırgan oldu, çaldı çırptı günaha dadandı, şerefi üzerine yemin etti ve tersini yaptı, kendini hiç olmadığı yerlere nispet etti. Nisbetini ispat için şenaat ve denaetlerin bin türlüsünü her gün daha da sofistike bir şekilde işledi ve işlemeye devam ediyor. İnsanları birbirine düşman ediyor. Allah yakın bir gelecekte bunun, bunun gibilerinin ve hatta onun yolunda gidenlerin burnunu dağlayıp damga basacağını vaadediyor. Biz insanlara da emrediyor Hazreti Allah: “Sakın bu adama boyun eğmeyin.”

Sadece Erdoğan değildir böyle olan. Modern Velid bin Muğire’nin kıyafetine imrenip “keşke bizim de böyle bir kıyafetimiz olsa” diyen ve buna ulaşmak için Velid bin Muğire gibi davranan, alınıp satılan insan sayısı hiç de az değildir bizim memlekette. Siyasetçisinden bürokratına, gazetecisinden akademisyenine, hakiminden savcısına, askerinden polisine, işadamından esnafına kadar, hülasa toplumun her kesiminden insanların benzer tavır ve davranışlar sergilediğine şahit oluyoruz. Tıpkı Erdoğan gibi yalan söylüyorlar, yalan yere yemin ediyorlar, çalıyorlar, çırpıyorlar, dolandırıyorlar, hakaret ediyorlar, dövüyorlar, sövüyorlar, gerekirse öldürüyorlar.

Hedeflerine ulaşmak için her vasıtayı meşru gören ve düne kadar Erdoğan ile mücadele edeceklerine dair namus ve şerefi üzerine yemin bu zümreden bazılarının ise özlerini kaybederek Erdoğan ile ortaklık kurduğunu veya emrine girip birlikte çalıştığını görüyoruz. Bir anda kraldan çok kralcı kesilen bu dönekler, gerçek Erdoğancı olduklarını göstermek ve çıkara vesile olan statülerini korumak için onun işlediği cürümleri katlayarak işlediklerine şahit oluyoruz. Memlekette her gün yükselen gerilimin sebeplerinden biri de kötülükte birbiri ile yarışan bu dalkavuklar zümresinin efendilerine yaranma için işledikleri haksızlık ve zulümleri katlamalarıdır. Seksen milyon nüfus çalışsa, bu obur ve açgözlü zümrenin midesini dolduramaz.

Çöken, parçalanan, dağılan ve her gün biraz daha fakirleşen bir topluma çözüm yolunu da yine Kur’an gösteriyor:

“Boyun eğme, o gerçeği yalanlayanlara.”

“Boyun eğme, o sürekli yemin edip duran değersiz kişiye.”



About Me

Ali Agcakulu is an academic, author, and columnist. After he graduated from the Graduate School of Social Sciences at the Yildiz Technical University in 2016, he worked as a Postdoctoral research fellow at The Catholic University of America. He published two books; “The Brief History of Kurdish Nationalism” and “Said Nursi’s Political Theory or The Reform of Islamic Political Thought”. As a journalist, he was a columnist with Rota Haber and Ocak Medya news websites between 2015-2019. He also has many academic and semi-academic articles published in various magazines and newspapers. He is currently a columnist with the Ahval News website. His expertise is on the history and philosophy of Turkey’s relationships between religion and politics.

Haber bülteni

%d blogcu bunu beğendi: