Bir dönemin ruh ikizleri: Erdoğan ve Davutoğlu

Ahmet Davutoğlu Türk siyaset tarihine şimdiden ilginç bir aktör olarak girmeyi başardı. Davutoğlu’nun siyasi hayatını tasnif etmek gerekirse, bugün itibari ile, dörde ayırabiliriz: 

Başbakan Erdoğan’ın Danışmanı Davutoğlu, Erdoğan kabinesinin Dışişleri Bakanı Davutoğlu, AKP Genel Başkanı ve Başbakan Davutoğlu ve AKP ile Erdoğan’a muhalif Davutoğlu. 

Bu dört dönem arasında, siyasi açıdan bir devamlılık mı, yoksa kesinti ve değişim mi var? 

Aslında bütün bu dönemlerin başrol oyuncusunun Davutoğlu değil de Erdoğan olduğu bir gerçek. Hal böyle olunca Erdoğan’a göre pozisyon alan bir Davutoğlu’ndan ve kendi içindeki rol ve duruş değişimlerine rağmen, Erdoğan’a bağımlılığı bir şekilde devam eden bir süreklilikten bahsetmek isabetli olacak.  Davutoğlu’un siyasi hayatından Erdoğan’ı çıkardığınızda, bütün çırpınışlarına rağmen nev-i şahsına münhasır ve kayda değer bir siyasi aktörden bahsetmek mümkün değil.

Ben Ahmet Davutoğlu’nun Türk siyasetindeki yerini Recep Peker’in Türk siyasetindeki yerine benzetirim. 1923 yılından itibaren CHP Genel Sekreterliği görevini yürüten Recep Peker, Atatürk ve İnönü ile beraber CHP’nin troykasını oluşturuyordu. 1931-36 yılları arasında CHP’deki ideolojik değişime damgasını vuran Peker, CHP’nin gelenek karşıtı materyalist bir kimlik kazanmasında en önemli rolü oynamıştı. Bu dönüşüm için gerekli felsefeyi Peker üretmişti.

Yani Peker bir bakıma CHP’nin ve CHP’li yeni gençliğinin ideoloğu gibiydi. Verdiği konferanslar ders kitaplarına dönüştürülerek okullarda okutuluyordu.

1933’ten itibaren Atatürk’ün bozulan sağlığından, ona olan fiziksel yakınlığından dolayı haberdar olmuş ve onun yerine geçecek yeni lider olmak için hazırlıklara da başlamıştı. Ancak Atatürk sonrası dönem için kendine rakip olarak gördüğü İsmet İnönü aleyhine yaptığı propaganda onu ele verdi. Onun niyetini sezen Atatürk, Peker’i Genel Sekreterlik görevinden uzaklaştırdı.

Ama Peker CHP’den ayrılmadı ve parti üyeliğini devam ettirdi. Parti içinde bir ideolog olarak mücadelesini sürdürdü. Bu mücadelenin mükafatı olarak nihayet 1946’da Başbakan olarak siyaset sahnesine geri döndü.

Erdoğan’ın Davutoğlu’nu danışman olarak yanına alması, ona Dışişleri Bakanlığı ve Milletvekilliği vermesi, hatta parti ve hükümeti ona emanet etmesi ne Erdoğan’ın bilge bir devlet adamı arayışı ile ilgilidir, ne de Davutoğlu’nun bilgeliği ile.

Aslında bahsedeceğim hususiyet Erdoğan’ın etrafındaki hemen herkes için geçerli. Erdoğan’ın, etrafında, onun zihin altyapısından doğan projeleri realize edecek, onları ulusal ve uluslararası diplomasiye uyarlayacak beyinlere ihtiyacı oldu. Yoksa bu projelerin uygulanabilir olup olmaması çok da önemli değildi.

Vaziyet tam da Ziya Paşa’nın dediği gibi;

“Nadanlar eder sohbet-i nadan ile telezzüz

Divanelerin hemdemi divane gerektir.”

Davutoğlu’nun parçacı ve seçici tarih okumaları ve bu okumalara dayalı siyaset teorileri ve tasavvurları Erdoğan’ın hilafet rüyalarına o kadar uygundu ki, Erdoğan ondan daha iyi bir danışman bulamazdı.

Hayal dünyasında gezen bir akademisyen ile büyük hırsları olan bir politikacı, tarihin oldukça kırılgan bir dönemecinde karşılaştılar ve birbirlerini zehirlediler.

İşte bu zehirleme ameliyesidir Davutoğlu’nu Recep Peker’e dönüştüren.

Çünkü Davutoğlu’nun teorilerine, Erdoğan kadar AKP’li ve İslamcı gençlik de rağbet etmekteydi. Davutoğlu çağa uygun bir ideoloji problemi yaşayan mezkur gençliğe sattığı hayaller ile bir ideoloğa dönüşüyordu.   

Davutoğlu’nun tasavvuruna göre Osmanlı Devleti’nin arazisinde kurulmuş olan devletlerle, tıpkı Birleşik Krallığın kurduğu “İngiliz Milletler Topluluğu” gibi bir “Osmanlı Milletler Topluluğu” kurulabilirdi. Yeni bir Osmanlıcılık hareketi başlatılıp, Türkiye, Birleşik Krallığın dünya siyasetinde bulunduğu konuma bir hamlede zıplayabilirdi.

“Sıfır sorun” politikası da, Müslüman Kardeşlerle kurulan ittifak da, Suriye’ye müdahale de, Arap-İsrail çatışmasını körükleyici yaklaşımlar da, Balkanlar ve Kafkaslardaki fevri hareketler de hep bu Yeni Osmanlıcılık politikasının ürünüydü.

Bu hayalperestlik, Erdoğan’ın Halifelik rüyalarını renklendirdiği için kabul görüyordu. 

Ama gözden kaçan veya kaçırılan çok büyük bir hakikat vardı ortada.

Hedef alınan ülkelerin çoğu Osmanlı Devleti ile girdikleri kanlı savaşlar neticesinde bağımsızlıklarını elde etmişlerdi ve hala bir yerlerde Osmanlı korkusu capcanlı yaşıyordu. Dolayısı ile Osmanlıcılığı ihsas ettiren politikalar, hiç olmadığı kadar bir sertlikle karşılaşıyordu. 

İşte günümüzde meydana gelen dış politikadaki çıkmazın altında yatan parçacı ve seçici tarih okuması.

Diğer kangren olmuş hadiseleri de buna kıyas edebilirsiniz. Hepsinin altında benzer yanlışların olduğu görülecektir.

Bilahare Erdoğan ile Davutoğlu arasında ortaya çıkan çatışmanın temel sebebi iç ve dış politikada yaşanan fiyaskolar değil. Değil, çünkü yaşanan fiyaskoların tamamında ikisinin de parmağı var ve hala doğru yaptıklarını düşünüyorlar.

Rus uçağının düşürülmesi, Suriye’deki cihatçılara cephanecilik yapılması, Anayasa’nın rafa kaldırılarak hukuksuz icraatların yapılması (ki bir gün hukuk geri döndüğünde Davutoğlu da mutlaka yargılanacaktır), Ankara Gar Katliamı, Suruç Katliamı gibi terör eylemlerinde göz yummaya kadar varan ihmaller zinciri; 7 Haziran seçimleri sonrasında Barış Masası’nın devrilmesi ve Kürt illerinde yaşanan şiddet dalgası gibi bir çok konuda her iki liderin ortak kararları var. 

Şimdiye kadar yaşanan bu fiyaskolardan dolayı Davutoğlu’nun ağzından ciddi bir pişmanlık ifadesinin duyulmaması, aslında Erdoğan ile Davutoğlu arasında ciddi bir siyasi farklılığın olmadığını, aralarındaki kavganın ise basit bir post kavgası olduğunu gösteriyor.   

Ama Erdoğan, tıpkı CHP’yi ele geçirmeye çalışan Recep Peker gibi Ahmet Davutoğlu’nun da AKP’yi ele geçirmeye çalıştığını görünce onu azlederek, yerine Binali Yıldırım’ı atadı. Kuvvetle muhtemeldir ki Davutoğlu da Erdoğan’ın sağlığının onun siyasi hayatının sonunu getireceğini gördüğünden, onun yerine hazırlanmaya başlamıştı.

Kanaatimce muhalif bir noktada duruyor görünse bile, Davutoğlu, hala Erdoğan mirasının en kuvvetli varisi olmaya çalışıyor.

Geçenlerde Ahmet Davutoğlu, katıldığı bir televizyon programında, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ‘beyaz sayfa açalım’ teklifi gelirse ne dersiniz” sorusuna “Görüşürüm” cevabını verdi.

Evet görüşür. Çünkü o, aralarındaki çekişme ve kavgaya rağmen, Erdoğan’ın mirasının hala en kuvvetli temsilcisi ve talibi.  

Bir de “beyaz bir sayfa” açılmasına, yeni iktidarın bir “devr-i sabık” yaratmamasına, geçmişe sünger çekip “keenlemyekun” muamelesi yapmasına, Erdoğan kadar Davutoğlu’nun da ihtiyacı var. 

Belki de Davutoğlu muhalefet bloğu içinde, “Erdoğanlı” karanlık geçmişinin yargılanmasına engel olmak için emniyet sigortası görevi görmeyi ummakta.  

Ama hiçbir tedbir Erdoğan’ı bulunduğu konumda tutamayacağına göre, yine hiçbir tedbir de o mezkûr dönemin yargılanmasına mani olamayacak.

Erdoğan birgün adil mahkemelerde yargılanırken, yan sandalyede muhtemelen Davutoğlu oturacak



About Me

Ali Agcakulu is an academic, author, and columnist. After he graduated from the Graduate School of Social Sciences at the Yildiz Technical University in 2016, he worked as a Postdoctoral research fellow at The Catholic University of America. He published two books; “The Brief History of Kurdish Nationalism” and “Said Nursi’s Political Theory or The Reform of Islamic Political Thought”. As a journalist, he was a columnist with Rota Haber and Ocak Medya news websites between 2015-2019. He also has many academic and semi-academic articles published in various magazines and newspapers. He is currently a columnist with the Ahval News website. His expertise is on the history and philosophy of Turkey’s relationships between religion and politics.

Haber bülteni

%d blogcu bunu beğendi: