Günlerden cuma idi. Ben de her sade Müslüman gibi Cuma Namazı için abdest aldım ve evin yakınındaki camiye gittim, cumanın feyzinden istifade etmek için. Ezandan 10 dakika evveldi.
Camiye yaklaştığımda hoca “camileri ancak Allah’a ve ahiret gününe iman edenler inşa eder…”ayetini açıklıyordu. İçeri girince gözlerin hocayı aradı, ama mihrap da kürsü de boştu. Müftülüğün görevlendirdiği bir vaiz, vaaz ediyordu, bizim bilmediğimiz bir mekanda. Canlı mıydı, bant mıydı bilemiyorum.
Derken cami adabından vs bahislerle devam etti. Neden sonra “cemaat dışarıda yağmur var, cemaat dışarıda kalıyor, ön safları dolduralım. Bu iş ayağa kalkmadan olmaz, ayağa kalkıp ön saflara geçelim”dedi. Ama işin garibi bizim cami boştu ve kimse yerinden kımıldamadı, üstelik dışarıda yağmur da yağmıyordu.
Derken güzel bir seda ile vakit ezanı okundu. Okundu okunmasına ama imam da müezzinde yerinde idi. Kim minareye çıkıp ezanı okumuştu. Hiç kimse. Bilinmeyen bir mekandan, banttan mı, canlı mı bilinmeyen biri ezan okuyordu.
Diyanet dinin canına okuyordu. Camilerin faziletinden bahseden diyanet, caminin de cumanın da cemaatin de canını okumuştu. Hiç bir şey de İslam’ın istediği mana ve muhteva kalmamıştı.
Canım sıkılarak, için bayılarak sünneti kıldım ama namazı ikame ettiğimi hiç sanmıyorum.
Derken iç ezan ve hoca hutbe için minbere tırmandı. Zirveleri zorluyordu. Hamdele, salvele ve duadan sonra hutbeye başladı. Cebinden çıkardığı bir kağıdı zor bela cümlelerin ve vurguların önemi yokmuşçasına okudu. Hutbenin de canını okudu.
Hutbenin sonunda Türkiye’nin en zengin vakfı camiler ve kurslar için yardım talebinde bulundu. “Muhakkak ki Allah adaleti, iyilik yapmayı ve …”ayetin mealinin hatalı verilmesi, canımı iyiden iyiye sıktı. Farzın kılınmasından sonra, öğle namazını kaza etme niyeti ile dışarı çıktım….
Lise yıllarında devletin İmamları arkasında namaz kılınmaz diye, kendi aramızda oluşturduğumuz küçük gruplarla beraber Cuma namazı ya da öğle kılardık. Cuma namazında o günleri düşündüm. Hiç de haksız olmadığımıza karar verdim. Çünkü devlet, istediği bir dini, İslam diye bize dayatıyordu. Aslında durum değişmiş değil, iktidarlar değişmiş görünse bile. Diyanet eski Diyanet, Devlet de eski Devlet.
“Din afyondur” sözü yanlış bir söz olsa bile, bunda hakikat payı vardır. Evet din bazen afyon gibi insanları uyuşturma aracı olarak kullanılabilir.
Mesela Suudi Arabistan krallık ile idare edilen devlet. Ama Harem Bölgeleri’nin bakım ve görümünü iyi yaparak, her yerde camiler inşa ederek ve dine dayalı eğitim ve hukuk sistemi inşa ederek halkı, dine hizmet ettiklerine ikna etmiş gibiler. Diğer taraftan halkın malı olan yeraltı zenginliklerini halkla değil de, başkaları ile paylaşmaktadırlar. Devlet zengin, halk fakir. Aslında farklı bir sömürge sistemi. Meseleye buradan bakınca, dine afyon misyonu yüklendiği apaçık görülmektedir.
Neyse konumuza dönecek olursak, benim Diyanete bir teklifim olacak. Hazır teknolojinin imkanlarından yararlanmaya başladınız. Bence vaizler hologram teknolojisi ile kürsüde isbat-ı vücud etmeli ve öyle vaaz etmeli. Daha cazip ve içten olur.
Hatta vakit namazlarını hologram imamlar kıldırmalı. Hem kıraatı düzgün hocalar seçilir hem de vatandaşların tamamını temsil etmeyen bunca insana maaş verme zahmetinden kurtulmuş olursunuz.