Başbakan Ahmet Dâvutoğlu’nun eski bir talebesi olarak, O’na karşı duyduğum sevgi ve saygı hislerimi korumakta zorlanıyorum. Ağustos ayından beri bazı beyanlarını kendimi zorlayarak, aynı zamanda hüsn-ü talil sanatından da istifade ederek hep iyiye yorumlamaya çalıştım. Hocamın bir bildiği vardır diye.
Başbakan olduğunda, Erdoğan’ın cemaate operasyon için seçtiği isim,nitelemesine rağmen, Dâvutoğlu’nun Türkiye için bir şans olabileceğini düşündüm. Profesör Davutoğlu’nun, O’nun kadar eğitimli olmayan insanların etkisine gireceğine ihtimal vermedim ya da vermek istemedim. O’nda Ben Bilincigelişmiştir, diye düşündüm.
Bu Pazar evde oturup Cemaat medyasına yapılan operasyonu ibretle izlerken, iki hafta önce bu sütunda yayınlanan yazı aklıma geldi. Otoriter bir rejim kurmak isteyen Atatürk’ün İstiklal Mahkemesi, ilk iş olarak İstanbul’da çıkmakta olan Tevhid-i Efkar, İstiklal, Son Telgraf, Aydınlık, Orak Çekiç, Sebilurreşad, ve Taningazetelerini kapatmıştı. Birçok gazeteci de tutuklanmıştı.
Tarih tekerrür ediyordu. Yeni bir mahkeme, yeni bir yasanın gölgesinde muhalif medya kuruluşlarını dize getirmek için operasyon yapıyordu. Ama daha garibi bir zamanlar Cemaat medyasında yazarlık yapmış olan Dâvutoğlu, üzerinde yalan damgası taşıyan bazı iddiaları gündeme getirerek bu operasyona sahip çıkıyordu.
Bu muydu Dâvutoğlu’nun vefası?.. Bir zamanlar beraber çalıştığı insanların -velev ki suçlu olsunlar- maruz kaldığı bu muameleye karşı üzüntülerini bildirmek çok mu zordu? Bir geçmiş oldun dileği sunmak? O kurumda Dâvutoğlu’nun öğrencileri var, tanıdıkları var, mesai arkadaşları var, sevenleri var, okurları var. Ne zaman köreldi mürüvvet, ne zaman öldü hissiyat? Vefa sadece İstanbul’da bir semt ismi miydi yoksa?
En azından bu sıcak konuda şimdilik susmak ya da mahkeme kararını beklemek gerektiğini söylemek daha doğru olmaz mıydı? Türkiye bir hukuk devleti değil miydi? Kuvvetler ayrılığı yok muydu? Bu intikam duyguları ne ara serpildi ve duygularını işgal etti Hocam.
Savcılık 14 Aralık İntikam Operasyonu’nun sebebini ‘El-Kaide bağlantılı Tahşiye Grubu’na yapılan, sözüm ona, kumpas(!)’a bağlarken, Dâvutoğlu“bu devletin kurumlarına sızanlar, devletin en mahrem toplantıları dinleyenler, MİT’e karşı operasyona kalkışanlar, Suriye’de yardıma giden TIR’ları durduranlar, bunların karşılıksız olacağını düşünmesinler” diyerek operasyonun gerçek sebebini açıklıyor.
Bu açıklama başlı başına bir problem olmasına rağmen o konuya şimdilik girmiyorum.
Başbakan Dâvutoğlu, Erdoğan’ın elbisesini giymemeli. Aralarında Beden ve Drop farkı var. Aynı şeyleri tekrar etmek, hatta ispat edilmemiş ve yalan olduğu söylenen iddiaları gündeme getirmek, Erdoğan’a kazandırsa bile Dâvutoğlu’na kaybettirir.
Bir eseri en iyi besteleyen seslendirir. Mesela Sezan Aksu ya da Ahmet Kaya gibi sanatçıların seslendirdiği besteleri tekrar icra edenler genellikle başarısız olurlar. Aynı kıvamı yakalayamazlar ve dinleyiciler aynı tadı alamazlar. Her siyasetçi de kendi oluşturduğu argümanlarla, iddialarla ve bestelerle ortaya çıkmalıdır. Akif’in deyimi ile kendi ruhunun ilhamlarınıanlatmalıdır.
Şevket Süreyya Aydemir, Atatürk’ü için yazdığı Tek Adam adlı eserini yazarken İkinci Adam’ı düşünmemişti. Düşünseydi eserine Birinci Adam derdi. Ama gün geldi İkinci Adamıyani İnönü’yü yazmak zorunda kaldı.
Erdoğan şimdi Üçüncü Adam’ı oynuyor. Küreselleşen yeni dünyada roller de, süreleri de kısa oluyor maalesef. Bunu bizden daha iyi bilen Dâvutoğlu kendi siyaset anlayışını geliştirmelidir. Kendisinde var olan özgünlüğü, siyasete kurban etmemelidir. Kendini siyasete feda etmemelidir.
Mesela şu sözler bir beşere yakışmayan ve itikat anlamında problemli sözler. Kibir kokan sözler. Allah affetmediği ve şeytanın en çok sevdiği bir günahtır Kibir.
“Gün imtihan günüdür. Herkes yaptıklarının ve bu ülkede demokrasiye yönelik tavırlarının hesabını da görecek, demokrasi yanında yer aldığında mükafatını da görecek.”
Bugün Ahmet Dâvutoğlu’nun hocalığına duyulan ihtiyaç, siyasetçiliğinden daha fazladır.