Eşref Edip, Bediüzzaman ile yaptığı bir görüşmede İstanbul seyahatinden mustarip olup olmadığını sorunca Bediüzzaman “Bana ıstırap veren, yalnız İslâm’ın mâruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki, cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse, iman kalesi tehlikededir. İşte benim ıstırabım, yegâne ıstırabım budur. Yoksa şahsımın mâruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate mâruz kalsam da iman kalesinin istikbali selâmette olsa!”diyor.
17 Aralık sürecinden itibaren ortaya dökülenler İslam adına bir ümitsizliğe sebep oldu. İslamcı bir parti gırtlağına kadar yolsuzluklara bulaşmıştı. Yolsuzluğa bulaşan Bakanlar istifa ediyordu. Ortalığa saatler, Dolarlar, Eurolar saçılıyordu. Bunu Allah Allah diyerek yapıyorlardı. Toplumun muhakemesi sarsılmış ve “çalıyorlar ama çalışıyorlar”felsefesi yerleşmeye başlamıştı. Benim cüzdanıma dokunmayan bin yaşasındüşüncesi toplumda yerleşmişti. Cemiyetin basiret gözü körleşmişti. İman tehlikede idi. Kurt gövdeye çoktan girmişti. Cemiyet can çekişiyordu.
Ak Parti içindeki İslamcıların bu durumdan rahatsız olduklarını 3 Mart’ta “Genç İslamcılar Rahatsız”başlıklı yazıda ifade ettim. Sayın Erdoğan’ın etrafındaki toplanan bir zümrenin içine düştüğü bu durumun en çok İslam’ın Türkiye’deki ve dünyadaki imajına zarar verdiği bir gerçekti. Demek ki Müslümanlar da çalıyorlarmış… Dâvutoğlu benliğininbu durumu çok fazla taşımayacağını düşünüyordum. İslamcı Ak Parti’nin başına geçen Sayın Dâvutoğlu ne yapıp edip, bu ağır bagajdan kurtulması gerekiyordu.
İslamcıların üzerine binmiş iki ağır yük vardır. Biri yolsuzluk şaibeleri. İslamcılar, yani Sayın Dâvutoğlu ve ekibi, yolsuzluklarla herhangi bir ilişkilerinin olmadığını, yolsuzluk yapanlarla yollarını ayırmak sureti ile yapmalıdırlar. Bunun için ilk mücadele etmeleri gereken kişilerin parti içindeki Erdoğancılar olduğu bir gerçektir. Sayın Bülent Arınç’ın geçen hafta sonundaki açıklamalarını bu mücadelenin işaret fişeği olarak değerlendiriyorum. Arınç’ın bu değerlendirmelerinin planlı ve hedefli olduğunu düşüyorum. Buna karşı Sayın Erdoğan’ın geri adım atacağı da başka bir öngörüm. İslamcıların sırtlarından atmaları gereken ikinci yük ise El-Kaide türü terörist gruplarla işbirliği imajı. Bu da eski dönemden kalan bagaj. Bu bagajdan nasıl kurtulacaklarını zamanla göreceğiz.
Eşref Edip’in “Yüz binlerce imanlı talebeleriniz size âtî için ümit ve tesellî vermiyor mu?” sorusuna Bediüzzaman; “Evet, büs bütün ümitsiz değilim. Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan garp cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sârî illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa İslâm cemiyetinin ter ü taze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum”diyor.
Ben de İslamcılar için bütün bütün ümitsiz değilim. İman ve İslam’ın, İslamcıları bir gün hak ve adalet çizgisine taşıyacağını ve İslam’ın onur mücadelesini vereceğini umuyorum…
Bakalım Sayın Dâvutoğluİslam’ın onurunu kurtarabilecek mi?