25 Eylül tarihli referandum depreminin artçı sarsıntıları devam ediyor. En büyük sarsıntı da, doğal olarak, Türkiye’de oluyor. Depremin artçıları devam ediyor. Doğal olarak diyorum, çünkü; Kürtler ve Kürt Sorunu denildiğinde ilk akla gelen ülke Türkiye oluyor. Dünyadaki bütün Kürtlerin yarıdan fazlasının Türkiyeli olması bunun en temel nedeni.
Referandumdan “EVET” çıktı ve bütün dünya bu sonucu gördü. Ak Parti Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun deyimi ile Kürtler, dünyaya bir “irade” beyanında bulundular. Bu iradenin icrasının ileri bir tarihe ertelenmesi kazanılmış psikolojik statüyü değiştirmez. Bu irade beyanının mimarı olan Mesut Barzani de Kürt tarihine, önemli liderlerden biri, belki de en önemlisi olarak ismini yazdırmış oldu. Bu durum bile Kürtler açısından başlı başına önemli bir kazanımdır.
Barzani, bir Kürt atasözünde denildiği gibi “hûr bajo, kûr bajo, ga mêşîne” yani “yavaş sür, derin sür, öküzü de yorma” yöntemini kullanmış ve 30 yıllık bir mücadeleyi, daha ileri bir noktaya taşımayı başarmıştır.
Biraz geriye gidip Irak Kürtleri ile kurulan ilişki biçimine bakmak ve o pencereden konuya devam etmekte fayda görüyorum. Körfez Savaşı’ndan sonra merhum Turgut Özal, Kürt liderler olan Mesut Barzani ve Celal Talabani’ye, Türkiye kırmızı yani diplomatik pasaportunu vererek tarihe yön verecek bir sürecin ilk adımlarını atmıştı. Temeli atılan stratejik ilişkiler, Ak Parti döneminde daha da geliştirildi. Hatta AKP diğer komşularla ilişkilerini bozduğu halde, Irak Kürtleri ile olan ilişkilerini geliştirmeyi tercih etti. Irak Kürtleri ile kurulan paradigmanın, AKP’nin istisnai doğru politikalarından biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Kuzey Irak’taki sürecin, bağımsız bir Kürt devleti ile sonuçlanacağı, bugünden değil 25 yıl önce öngörülen bir durum. Adım adım ilerleyen bu sürece, en büyük katkının Türkiye ve Ak Parti Hükümetlerinden geldiği de bir diğer vakıa. Hal böyle iken, gelinen bu noktada, yapılan bir referanduma “yanılmışız” diye tepki vermek, çok da gerçekçi bir yaklaşım değil. “Yanılmışız” tepkisi, Irak Kürtlerine yönelik bir politika değişimi neticesi verecekse, çok büyük bir yanlışın içine girilmiş olur.
Erdoğan’ın bu tepkisinin doğuracağı politika değişimi, belli mahfillerde planlanmış, hesaplanmış ve öngörülmüş de olabilir. Hatta İsrail bayraklarını ellerinde sallayan birkaç kişinin görüntülerinin ekranları süslemesi bile, Erdoğan’ın tepkisini yönlendirmeye matuf dahi olabilir. İsrail desteğinin ve ABD’nin referanduma karşıymış gibi davranmasının en önemli amaçlarından birinin de, Türkiye’nin Irak Kürdistan Bölgesi’nde elde ettiği avantajları kaybetmesine yol açacak bir politika değişimine girmesini sağlamak olamaz mı? Neden olmasın?
Ertelenmiş olsa bile Bağımsız Kürdistan’ın çok da uzak olmayan bir gelecekte ilan edileceğini beklemek gerekiyor. Kanaatimce Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti, Mezopotamya’da barışın kurulmasına önemli bir katkı sağlayacaktır. Mevcut yapıları ile Irak ve Suriye bölge insanları için sorun üreten birer merkeze dönüştü. Bu durumu kurulacak bir Kürdistan değiştirebilir. Hatta Irak Kürdistanı Türkiye’nin terör sorununu çözmeye de yardımcı olabilir.
Nasıl mı?
Mesela Türkiye, Irak Kürdistanı ile şimdiden önemli bir ittifak antlaşması yapabilir. Türkiye ile Kürdistan arasında Avrupa Birliği türünden bir anlaşma yapılabilir, yapılmalı da. Mesela gümrük birliği anlaşması yapılabilir. Kimlikle seyahat serbestisi getirilebilir. Bağımsız Kürdistan’ı tanıyacağını ilan etmek Kürdistan’da Türk Bayrağı’nın da dalgalanmasına sebep olacaktır. Tıpkı Kosova’da olduğu gibi.
Neyse konuya Ümit Yaşar Oğuzcan’ın o meşhur şiiri ile noktayı koyalım.
Bu kadar yürekten çağırma beni
Bir gece ansızın gelebilirim
Beni bekliyorsan, uyumamışsan
Sevinçten kapında ölebilirim
Belki de hayata yeni başlarım
İçimde küllenen kor alevlenir
Bakarsın hiç gitmem kölen olurum
Belki de seversin beni kim bilir
Kal dersen, dağlarca severim seni
Bir deniz olurum ayaklarında
…