Peygamberler inanç konusu olduğundan, müstesna bir konuma sahiptirler ve tarihi kişiliklerle aynı kategoride değerlendirilemezler. Orada iman ve itikat gibi sübjektif kriterler daha etkili olur.
Peygamberlerin dışında kalan tarihe mal olmuş kişileri değerlendirirken, beğenip/beğenmeme, sevip/sevmeme çizgisindeki değerlendirmelerin hatalı olduğunu düşünüyorum. Tarihsel değerlendirmeler objektif olmalı ve çıkarılacak derslere bakılmalıdır.
“İşte onlar bir ümmetti, geldi geçti…
Onların kazandığı kendilerine, sizin kazandığınız da sizedir.
Siz onların işlediklerinden sorguya çekilmezsiniz.” (2/134)
Bu ayet de tarihten ders almaya davet ediyor bizi.
Abdülhamid ve Atatürk farklı siyasi dönemlerde hüküm sürmelerine rağmen, birbirine zıt pozisyonlara yerleştirilmişlerdir, aydınlarımız tarafından. Bu iki tarihi figür üzerinden fay hatları oluşturulmuş ve bu fay hatlarına siyasi hareketler bina edilmiştir. Doğrusu, iki tarihi fenomene dönüşen bu iki kişi, az istismar edilmemiştir.
Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “…CHP gibi amorf bir partinin Atatürk’ü milletimizden kaçırmasına rıza göstermeyeceğiz. Milletimizin Gazi’ye hürmeti sonsuzdur…” ifadeleri daha çok tartışılacağa benziyor.
Benzer ifadeleri daha önce Adnan Menderes kurmuştu, Atatürk’ü CHP’nin tekelinden almak niyeti ile. 1950 yılında da Atatürk’ün manevi şahsiyetine saldırılar artmıştı. Mesela, gazeteler, 1950 yılında 17 Atatürk büstü kırma olayını nakleder. Atatürk aleyhine başka girişimler de meydana gelir. CHP’nin bu konuyu sürekli gündeme getirmesinden rahatsız olan Menderes, hem Atatürk’e karşı saldırılara mâni olmak, hem de Atatürk’ü CHP’nin inhisarından kurtarmak amacı ile, 1951 yılında Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu çıkarır. Aynı DP, 1938 yılından beri yapımı devam Anıtkabir inşaatını tamamlar ve Atatürk’ün naaşını 1953 yılında Anıtkabir’e nakleder. Neticede Atatürkçülük, Atatürk’ün partisine muhalif bir parti eliyle daha da güçlenir.
Erdoğan’ın bugün Atatürk’e teveccüh etmesine gelinceye dek, benzer bir olaylar zinciri yaşanmaktadır. Son bir-iki yılda, Atatürk büstlerine yapılan saldırıdan, annesine dil uzatmaya varıncaya kadar birtakım girişimlere hepimiz şahit olduk. Bu süreç Erdoğan’ın Atatürk’e herkesten daha fazla sahip çıkması ile neticelendi.
Tarih nasıl da tekerrür ediyor?
AKP’nin özellikle de Erdoğan’ın Atatürkçülük elbisesini giymeye karar vermesinin sebepleri hakkında farklı yorumlar yapılıyor.
Tartışmalar bir bakıma samimiyet testine dönüşmüş durumda.
Ben Erdoğan’ın bu konuda samimi olduğunu düşünenlerdenim. Ama bazılarına göre durum tam tersi.
TSK, Türkiye’de her dönemde temel belirleyici güç olmuştur.
15 Temmuz 2016’da ise TSK içindeki Ulusalcılar, daha demokrat ve muhafazakâr askerleri tasfiye etmiş ve TSK yeniden şekillenmiştir.
Şamil Tayyar’ın ifadesi ile TSK Ergenekoncuların hakimiyetine girmiştir.
Şimdi ise siyaset TSK’ya göre yeniden şekilleniyor. AKP içindeki me(n)tal fırtınanın temel sebeplerinden birinin de, TSK’ya göre şekil almak ve bir müddet daha iktidarı sürdürmek niyeti olduğunu düşünüyorum. Yeni TSK’ya uyum sağlayamayacakların AKP’den tasfiyesi de denebilir bu sürece.
Atatürk’ü hatırlamanın temel sebebi yeni TSK olmasın mı?
Neden olmasın?