“Kürt Kürdün Dostu mudur?” sorusuna cevap arayan bu yazıya başlarken, aklıma, Türk olmaya karar verip bunun için olağanüstü zahmetlere katlanan iki Kürt’ün başından geçen olaya dayanan fıkra geliyor, ama sizler de zaten o fıkrayı biliyorsunuz.
İngilizler, Sevr Antlaşması’nda Mezopotamya bölgesinde bir Kürt devleti kurmanın planlarını yapmıştı. İki temel faktör bu planları boşa çıkarmıştı. İlki, Kürtlerin çoğunluğunun böyle bir planı kabul etmemeleri ve Türklerle beraber yaşama iradesini ortaya koymalarıdır. Nitekim Millî Mücadele esnasında Mustafa Kemal’e en büyük destek kurucularının önemli bir kısmı Kürt olan Vilayet-i Şarkiyye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nden gelmişti. Mustafa Kemal de Kürtlere özerklik sözü vermişti.
İkinci önemli faktör ise Kürtlerin coğrafi ve sosyolojik yapılarının bir Kürt ulusu inşa etmeye müsaade etmemesidir. Dağlar Kürtlerin coğrafyalarını bölmekle kalmamış, benliklerinde de parçalanmaya sebep olmuştur. Bu dağlık coğrafya, Kürtlerde ortak bir dil, kültür, sanat ve nihayetinde benliğin doğmasına mâni olmuştur.
Coğrafyaya ek olarak Kürtlerin aşiret yapısı ve bu yapıyı destekleyen dini tarikatlar da Kürtlerde ortak bir bilincin doğmasını engellemiştir. Hal böyle olunca Kürtler, aşiret mirlerinin ve ağalarının ya da tarikat şeyhlerinin etrafında toplanmış, vadi vadi beyhude dolaşmışlardır. II. Abdülhamid aşiret yapısından Hamidiye Alayları kurmuş, Şeyhleri de doğrudan Saray’a bağlamak sureti ile Doğu’da farklı bir yapılanma oluşturmuştur. Bu yapı Osmanlı Devleti’nin bölgedeki bekasını sağlasa bile, Kürtlerin kültür ve benliğine bir katkı sunmadığı gibi, benliklerinde parçalanmanın şiddetini arttırmıştır.
Ulusçuluk çağına sonradan eklemlenen Türkler, Türkiye Cumhuriyeti ile ulus kimliği ağırlık taşıyan bir yola girince, Kürtler de farklı arayışlara girmeye başladılar. Bir bağımsız Kürdistan kurma hayallerine kapıldılar. Bunun için İngiliz desteğine müracaat ettiler. Ancak, Kürtlerde ulus bilincinin gelişmediğini gören İngilizler, Kürtler’le beraber girilen herhangi bir çalışmanın beyhude olacağını gördüler. Çünkü en meşhur Kürt aydınları bile ya Türkçülüğün Esasları’nı yazmakla meşgul idiler, ya da materyalizmi ve sekülarizmi yaymanın gayretine girmişlerdi. Bu hal, dışarıdan bakınca Kürtlük hesabına hiç de iç açıcı değildi.
Yüzyıl sonra gördük ki, Kürtlerde değişen bir şey yok. Barzani’nin son yaptığı referandum neticesinde Kürtler yeniden Kürtlerin ihanetine uğradılar. Talabani aşiretinin ilk yaptığı şey Barzani aşiretini satmak oldu. Birlikte davranmak yerine İran ile işbirliği yapmak sureti ile Kerkük’ün Şiilerin eline geçmesine yardımcı oldular.
Yüzyıllık tecrübe Kürtlere ne anlatır bilmiyorum. Ama benim gördüğüm Kürtlerin, Kürtler dahil bu dünyada dostunun olmadığıdır. Tek tek ülkeleri saymaya gerek yok; “Hepsi” desem yeridir.
Çözüm ne diye sorarsanız: Kürtler önce Kürtlerle dost olmaya çalışarak, işe başlayabilirler.