Tarih boyunca, dünya düzeninin değişmesinde etkili olan en önemli faktör demografik yapıdaki değişimlerdir. Yeryüzünde insan nüfusunun artması ile beraber insan ilişkileri artmış, bu da planlanmayan ve beklenmeyen sonuçlar doğurmuştur. Elbette yeryüzündeki farklı siyasal düzenlerin farklı bölgelerde farklı zamanlarda ortaya çıkmasının sebeplerinden biri de mezkûr bölge nüfusları arasındaki farklardır.
Yeryüzünün bir bölgesinde sabanın bulunması ile o bölgenin tarım toplumu ve buna bağlı yerleşik hayat düzenine geçmesine etki eden sebeplerden biri artan nüfusu besleme düşüncesidir. Buna mukabil nüfusu daha az olan topluluklar kabileleşerek göçebe hayatına devam etmişlerdir.
Bilinen ilk devletler Mısır ve Sümer’dir. Elbette bu bölgelerin nüfuslarının diğer bölgelere göre daha yoğun ve fazla olması, insan ilişkilerini düzenleme zorunluluğunu beraberinde getirmiştir ki, bu durum mezkûr devletlerinin doğuşunu hazırlamıştı. Bilahare tıpkı Mısır ve Sümer gibi, hem Anadolu’da hem Avrupa’da nüfus arttıkça küçük küçük devletler veya devlete benzeyen yapılar ortaya çıkmaya başladı.
Mısır ve Mezopotamya’nın birer medeniyet merkezine dönüşmesi gibi Çin ve Hindistan’da da benzer süreçler yaşanmış ve buralar da birer medeniyet havzasına dönüşmüştür. Yerleşik hayata geçmeyen barbar kavimler ise bu medeniyet havzalarına saldırılar düzenlemek sureti ile hem toplumların can ve mal güvenliklerini tehdit etmiş, hem de yerleşik yapıların tahrip edilmesine sebep olmuşlardır. Yerleşik medeniyetler barbar kavimlerin saldırılarına karşı çeşitli tedbirler almak zorunda kalmışlardır. Çin Seddi alınan bu tedbirlere örnek gösterilebilir.
Antik Yunanistan’da ve Batı Anadolu’da artan nüfus, bir taraftan zenginliğe sebep olurken, diğer taraftan artan zenginlik de kendine göç çektiğinden nüfusu daha da çoğalmıştı. Felsefenin ve demokrasinin bu bölgede doğması bir tesadüf değildir. Demografik yapının kıvam ve keyfiyeti medeniyetlerin mimarı olmuştur. Kalabalık bir nüfusun sebep olduğu problemlere çözüm arayışı ideal siyasal sistem arayışlarını da beraberinde getirmişti. Yaklaşık üç bin yıl önce Yunanistan’da üretilen çözümler günümüzü dahi aydınlatabilmektedir.
Antik dönemde Yunanistan gibi, Balkanlar ve Anadolu da kozmopolit bir yapıya sahipti. Makedonya İmparatorluğu’nun doğup büyümesi bir taraftan kalabalık nüfusla bağlantılı iken, diğer tarafta bu bölgelerde siyasi istikrarı sağlama zarureti bu doğumu tetiklemiştir. Büyük İskender bir taraftan Mısır’ı sınırlarına dahil ederken, diğer taraftan Hindistan’ın kapılarına dayanmıştı. Ele geçirdiği yerlerde yeni şehirler ve kütüphaneler kurmak, Mısır, Mezopotamya ve Hint medeniyetlerinin birikimlerini Yunan medeniyetinin birikimleri ile mezcederek Helen Medeniyetini kurmuştu.
İran ve Roma’da demografinin birer imparatorluk kurabileceği kıvama gelmesi ile Makedonya imparatorluğu zayıflamış ve toprakları bu iki imparatorluk arasında paylaşılmıştır. Roma hakimiyeti altındaki topraklarda Arap nüfusunun artması ile Araplar da bir imparatorluk kurabilecek kıvama gelmişlerdi. İslamiyet artan Arap nüfusunu mobilize etmiş ve doğuda Orta Asya steplerine Batı’da Atlas Okyanusuna kadar uzanan bir Arap İslam imparatorluğu kurulmuştu. Roma İmparatorluğu’nun yıkılması da Avrupa’nın kavimler göçü ile artan nüfusu ile bağlantılıdır. Artık Avrupa’daki yerel unsurlar birer devlet kurabilecek bir nüfus oran ve kıvamına ulaşmışlardı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun doğuşa da artan nüfusla ilgilidir. Moğol istilasından kaçan Türk boylarının batıya kaçışını bir fırsata çevirmesini bilmişti Osmanoğulları. Selçuklular büyük devletler kurmuşlardı. Ama nüfusları bir imparatorluk kurmaya yetmiyordu. Moğollar tarafından yıkılan İslam ve Türk devletlerinin bakiyeleri ve Batı Anadolu’ya göçen nüfus ile bir imparatorluğun temelini atmıştı. Elbette sadece nüfus değildir imparatorluğu doğuran sebep. O artan nüfusu mobilize etme kabiliyetidir aynı zamanda.
İmparatorlukların sınırlarını genişletmelerinin birçok sebebi vardır. Emperyal arzuları gözardı ettiğimi düşünmeyin. Konumuz olmadığından ona girmiyorum. Ama emperyal arzulardan ziyade taşranın güvenliğini sağlamak, civardaki ticareti ve ticaret yollarını emniyete almak, üretime zarar veren eşkiya ve/veya eşkiyalaşmış derebeyleri etkisiz hale getirmek suretiyle üretiminin ve vergilerin devamlılığını sürdürmek gibi sebeplerle imparatorluk topraklarını genişletmişlerdir.
Mesela Balkanlar, Mezopotamya ve Kafkaslar gibi küçük yapılardan oluşan kozmopolit coğrafyalar ancak büyük ve adaletli bir gücün hakimiyeti altında barış ve huzuru elde edebilmişlerdir. Mezkur küçük yapılar güçlü bir devlet kurabilecek bir nüfus kıvamına ulaştıklarında ise imparatorluklara karşı ayaklanıp bağımsız olabilmişlerdir. Aklı başında imparatorlar da bunun engellemenin mümkün olmadığını görüp barış içinde sorunu çözmeyi tercih etmişlerdir.
İmparatorlukların yanında bir şekilde onun himayesinde ve bağlı olan “vasal devletler” de vardır. Mesela Kırım, Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir vasal devlettir. Ruslar, Osmanlı İmparatorluğu ile savaşarak önce Kırım’ın bağımsızlığını temin ettiler. Bilahare Ruslara taraftar olan Şahin Giray’ı Kırım’da tahta geçirdiler. Osmanlı Devleti ise kendilerine taraftar olan Devlet Giray’ı desteklemiştir. Şahin Giray yaşanan iç çatışmalarda başarısız olup Ruslara sığınması ile Ruslar Kırım’ı işgal etmişlerdi. Vasal bir devletin kaderi bu.
Avrupa’da Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun yıkılıp yerine ulus devletlerin kurulması yine Avrupa’nın artan nüfusu ve nüfusun keyfiyet ve kıvamı ile bağlantılıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun uzun ömürlü olması ise, bir yönüyle, hakim olduğu coğrafyada nüfusun seyrek olmasından kaynaklanmaktadır. Nitekim bölgelerin nüfus yoğunluğu arttıkça bağımsızlık arzuları da beraberinde gelmiştir. Milliyetçilik akımları artan nüfusu mobilize eden bir faktördür. Yoksa nüfus olmazsa milliyetçilik tek başına bir devleti kuramaz.
Bir sonraki yazıda, kurduğumuz bu temel üzerinde, yeni dünya düzeni ve Türkiye’nin yeri hakkında bir projeksiyon yazacağız.