Türkiye Çin’e bağlı bir devlete dönüşüyor -2

Kısa kesmek zorunda kaldığım ama bir köşe için uzun sayılabilecek bir önceki yazıda bu makalenin altyapısını hazırlamıştım. Günümüze gelecek olursak, evet dünya, yeni bir düzene geçmenin sancılarını yaşıyor. Berlin Duvarı’nın yıkılması ile dünyayı etkisi altına alan küresel dünya düzeni Şam’ın yıkılması ile ömrünü doldurmuştur. Bu sistem, bırakın ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara cevap vermek, artık kendisi başlı başına bir sorun olarak ortada durmaktadır. Küresel ısınma ve coronavirus salgını buna birer iyi örnek olabilir.

Belki onlardan daha iyi bir istatistik ise BM raporlarına göre 2018’de dünya nüfusunun %1’inin yani 70 milyon insanın mülteci konumuna düşmesidir. Dünya nüfusu hızla artıyor ve sorunlar da çoğalıyor. Berlin Duvarı yıkıldığında 5 milyar civarında olan dünya nüfusu bugün 8 milyara yaklaşmaktadır. Dünya nüfusu son bir yılda 55 milyon artmıştır.        

Küresel dünya düzeninde artan dünya nüfusu, beraberinde artan insan hakları ihlalleri, iklim değişikliği, salgın hastalıklar, küresel suç organizasyonları ve küresel güvenlik problemleri getirmiştir. ABD Başkanı Biden’ın “demokrasi zirvesi” adında kurmak istediği paktın, insanlığın karşılaştığı bu sorunları çözme hedefi taşıyor. Biden’ın Dünya Sağlık Örgütü ile Paris İklim Anlaşması’na hemen geri dönmesi bunun bir göstergesi.

“Yeni” kelimesi her daim tazeliğini koruyan, yorulmayan, yaşlanmayan ve ne zaman ve nerede kullanılırsa kullanılsın insanlara ümit vaat eden ve hedeflenen şeyin büyüklüğü ve güzelliği ölçüsünde duyanlarda heyecana sebep olan bir kelimedir.  Zamanın akış hızı 30 yaşındaki yeni dünya düzenini ihtiyar ve hasta bir insana dönüştürdü. Şimdi yeniden bir yeni dünya düzenine ihtiyaç vardır.

Buna “post-küresel düzen” de denebilir, “modern imparatorluklar çağı” da. Ben ikincisini tercih ediyorum. Çünkü bu modern imparatorluklar, İlk ve Ortaçağ medeniyet havzalarının mirası üzerine kurulacak, oralarda doğan eski imparatorlukların ruhunu taşıyacaklardır.  Mısır/Mezopotamya, Çin, Hindistan ve Helen/Roma medeniyetleri yeni imparatorlukların tohumlarını geleceğe aktarmış ve iddialarını sürdürmektedir.     

Bir benzetme yapacak olursak, modern imparatorlukların yönetim tarzına en iyi örnek “Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu” olabilir. Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu birçok devletin birleşmesinden oluşuyordu. Her hanedan kendi devletinin sahibi ve kralı iken, görünürde, imparator sadece Habsburg Hanedanı’ndan seçiliyordu. Her devletin kendi ordusu vardı. Ama dış tehditlere karşı ortak ordu kurdukları da olmuştur.  Habsburglar ise daha çok dışarıya karşı bir temsil görevini yürütüyordu. Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu bir çeşit güvenlik ve işbirliği paktı idi.

Başkan Biden, demokrasi ve insan haklarını “temel değer” olarak benimseyen devletlerle “yeni bir pakt” kurmak sureti ile küresel çağın ürettiği mezkur sorunları çözüme kavuşturmaya çalışıyor. Ben buna “Modern Roma İmparatorluğu” demeyi tercih ediyorum. Elbette Helen/Roma medeniyetlerinin mirasını günümüze taşıyorlar. Böyle bir imparatorluk kurmak, bir imparatorluğa dönüşen Çin ve imparatorluğa dönüşmeye çalışan Rusya’ya karşı bir zorunluluktur. ABD, AB, İngiltere, Japonya, Güney Kore, Kanada ve Avustralya gibi demokratik ülkelerden oluşan ve nüfusu yaklaşık olarak 1.2 Milyar olan müreffeh ve İngilizlerin Güneş Batmayan İmparatorluğu’na benzeyen bir pakt. Bu paktın içinde olamayacağından dolayı paktın vasal devleti olmayı kabul ederek, refah düzeyini arttırmak isteyen devletler de olacaktır.

Dünyanın diğer büyük bir imparatorluğu ise Çin’dir. Bu imparatorluğun Çin medeniyetinin devamı olduğu kesindir. Çin’in tek başına 1.4 Milyar nüfusu var. Çin içindeki çeşitliliği yok etmek için Uygurlara karşı soykırım uyguluyor. Homojenleşmeye çalışan ve tek bir kimliği benimseyen Çin, büyük bir imparatorluk halihazırda. Pasifikte bugün Çin vasalı olan devletlerden de söz etmek mümkündür. Ayrıca Çin “İpek Yolu” yolu gibi projelerle hinterlandını Avrupa’ya kadar uzatmanın planlarını yapmaktadır.  

Çin’in yanı başında nüfusu 1.4 milyarı zorlayan Hindistan ise çok kimlikli, çok dinli ve çok dilli bir devlet. Sofistike Hint Medeniyetinin devamı bir Hindistan var. Demokratik değerleri benimsediği ölçüde yine bir Hint İmparatorluğu kurabilir. Pakistan ve Bangladeş gibi yakın zamanda Hindistan’dan kopan devletler yeni Hint İmparatorluğu’nun kurucu unsurları ve paydaşları olabilirler. Bu durumda 1.8 milyar nüfus ile zirveyi zorlarlar. Netice de bunların hepsi aynı ırkın evlatları. Hintlilerin pasifikte vasalı olacak devletler de vardır.

Yakın zamanda yeniden bir Arap İmparatorluğu’nun kurulması da muhtemeldir. Mısır, Mezopotamya ve İslam medeniyetlerinin devamı olabilir bu yeni imparatorluk. Hali hazırda 400 milyon nüfusa sahip Arap Birliği ile böyle bir imparatorluğun temeli atılmış bulunuyor. Türkiye, İran ve başka yerlerden gelebilecek tehlikeler bu kuruluşu hızlandıracaktır. Arapların zengin yeraltı kaynakları bütün Arap coğrafyasını abad etmeye yeter de artar.

Deli Petro’nun rüyalarının gerçekleştirmeye çalışan Putin ise Bağımsız Devlet Topluluğu’nu bir çeşit imparatorluğa dönüştürebilir. Ruslar tarihte herhangi bir medeniyet kuramadıklarından, kuracakları bir imparatorluk diğerleri gibi güçlü ve etkili olamaz. Geniş topraklar üzerinde 300 milyona yakın nüfus ile kurulacak bir imparatorluk zayıf olacaktır. Hali hazırda Çin, yapımına devam ettiği yeni ipek yolu ile Türki Cumhuriyetleri etkisine aldığından Rusya ile arasında bir çekişmenin olması mukadderdir. Benzer bir çekişme Pakistan’ı da etkisine almasından dolayı Hindistan ile yaşanacaktır. Çin ile Hindistan arasında sınır anlaşmazlıkları devam etmektedir.

Afrika Birliği ve Latin Amerika ülkelerinin yakın zamanda imparatorluk tarzı bir yapıya dönüşebileceklerini düşünmüyorum. Kemmiyetleri yeterli olsa da keyfiyetleri kafi değildir.

Türkiye’nin durumu ise oldukça endişe vericidir. Erdoğan’ın Türki Cumhuriyetleri küçümseyici ve buyurgan tavırları bir Türk imparatorluğu’nun kuruluşundaki en büyük engeldir. Erdoğan onları eşit ortak olarak  değil, yeni yetme vasal devletler olarak görüyor. Türkiye için ikinci ihtimal olarak İran aklınıza gelebilir. Ama Türkiye’nin İran ile tarihi ve geleneksel bir doku uyuşmazlığı vardır. Erdoğan’ın uyuşsa bile Türkiye’nin dokusu uyuşmamaktadır. Bir de son 10 yıldaki yıkıcı politikaları ile Türkiye’nin dostu kalmadığı gibi Türkiye ile samimi bir pakt kurmak isteyecek herhangi bir güç de bulunmamaktadır. Türkiye’nin her şeyden evvel uluslararası bir güven sorunu vardır.

Türkiye Balkanlardaki yayılmacı politikaları ile Batı’yı rahatsız ediyor; Osmanlıcılık saldırganlığı ile Arapların öfkesini üzerine çekiyor; Kafkasya ve Suriye’de Rusların ve İranlıların ayağına basıyor. Ruslar ile dondurulmuş sorunları var halihazırda. Diplomasi yerine silahı tercih ediyor. Böylece etrafında kurulacak paktların herhangi birinde yer alma şansı kalmıyor.

Buna mukabil Türkiye bilinçli bir şekilde Çin’in emellerine hizmet ediyor. Çin yayılmacılığını Avrupa’ya taşımak ve Çin’i Avrupa ile adeta komşu yapmak için çırpınıyor. Tıpkı Suriye’yi Avrupa’ya komşu yaptığı gibi. Erdoğan Batı’ya ve Araplara şu mesajı veriyor: “Madem beni paktınıza almıyorsunuz, ben de sizlerin projelerinizi engelleyecek işler yaparım.” Böylece masaya davet edilmeyi umuyor. Tıpkı Yunanistan ile çıkardığı sorunlardan dolayı AB ile masaya davet edilmeyi başarmak gibi. 

Erdoğan ABD’nin Çin’i kuşatma politikasını bilinçli bir şekilde, elbette İran ile birlikte, yarmaya çalışıyor. Binaenaleyh ABD; Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Hindistan eliyle Çin’i kuşatmaya çalışırken, Türkiye güya Pakistan’a destek veriyormuş gibi görünerek, kuzeyden bir tehdit oluşturarak Hindistan’a karşı Çin’e yardım ediyor. Diğer taraftan Hindistan ile Pakistan arasındaki sorunların derinleşmesi için çabalıyor. Böylece muhtemel bir Hint paktına çomak sokuyor. Daha evvel de Araplar ile İsrail arasındaki gerilimi arttırmak için “Mavi Marmara” provokasyonunu yapmıştı. Ama Araplar Erdoğan’ı çabuk çözdüler. Pakistanlılar da çözecektir.

Geleceğin dünyasında Erdoğan’a yer yok. Maalesef mevcut haliyle Türkiye’ye de yer yok. Bu gidişle Türkiye mevcudunu da koruyamaz. Evet, Erdoğan ABD ile örtülü savaşını sürdürme pahasına, Türkiye’yi Çin’e bağlı vasal bir devlete dönüştürüyor. Koskoca bir devlet bir müstemlekeye, koskoca bir millet ise paryaya dönüşüyor.



About Me

Ali Agcakulu is an academic, author, and columnist. After he graduated from the Graduate School of Social Sciences at the Yildiz Technical University in 2016, he worked as a Postdoctoral research fellow at The Catholic University of America. He published two books; “The Brief History of Kurdish Nationalism” and “Said Nursi’s Political Theory or The Reform of Islamic Political Thought”. As a journalist, he was a columnist with Rota Haber and Ocak Medya news websites between 2015-2019. He also has many academic and semi-academic articles published in various magazines and newspapers. He is currently a columnist with the Ahval News website. His expertise is on the history and philosophy of Turkey’s relationships between religion and politics.

Haber bülteni

%d blogcu bunu beğendi: