Kasım Süleymani’nin feci akibeti, bu sıradan soruya olağanüstü korkunç bir anlam yüklediğinin ve benzer bir rolü oynayanların kalp ritimlerini bozabileceğinin farkındayım.
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, İranlı ekonomist Said Lilaz ile İran İnternational’da yayınlanmak üzere yapılan, ancak yayınlanmayıp da ses kaydı sızdırılan söyleşide çok önemli tespitlerde bulunuyor.
Savaş başladığında ülke idaresinin fiili olarak askerlerin eline geçtiğini ve devletin iç ve dış siyasetinin cephede nasıl belirlendiğini örnekleri ile anlatıyor Cevad Zarif. Kasım Süleymani’nin, müzakerelere giderden dikkat etmesi gereken hususları kendisine aktardığını ve bir bakıma devletin dış politikasını da belirlediğini ama buna karşılık kendisinin Süleymani’ye, diplomasinin ihtiyacı olan eylemler ile ilgili herhangi bir tavsiyede bulunamadığını söylüyor.
Asker ülkenin stratejisine hakim ve karar alıcı olunca böyle olur. Devlet adamları ve devlet idaresi tedricen askerlerin kontrolüne girer ve onların istediği politikaları uygularlar. Çünkü rejim için, savaş meydanı her zaman daha önemlidir.
Cevad Zarif’ın bu röportajına baktığınızda, Kasım Süleymani’nin ortadan kaldırılmasının, diplomasinin ve siyasetin elini rahatlattığını ve İran ile ABD arasında yapılacak bir antlaşmanın zeminini hazırladığını anlıyorsunuz.
Bu kaydın sızdırılmasından sonra Tahran’daki bazı kesimlerin tepkilerinden dolayı, Cevad Zarif özür dilemek zorunda kaldı. Bu da Kasım Süleymani’nin Irak ve Suriye’deki etkisinin bu bölgelerle sınırlı olmadığını hem Tahran’ı etkilediğini, hem de Tahran’daki rejimin de bu kaostan istifade gösteriyor. Refah üretemeyen Tahran’daki rejimin, halkı kan ve göz yaşı ile rejim etrafında konsilide etmeyi tercih ettiği anlaşılmaktadır.
Türkiye’de de Barış Masası’nın devrilmesi ile başlayan ve 15 Temmuz Kontrollü Darbe Girişimi ile zirveye oturan güvenlikçi politikalar, bir değil bir kaç Kasım Süleymani’yi üretti ve Türkiye’nin iç ve dış politikaları bu nevzuhur Kasım Süleymani’lere emanet edildi.
Devletler tıpkı birer insan vücudu gibidirler. Devletlerin de kalbi, beyni, ciğerleri, elleri, ayakları, parmakları ve diğer organları vardır. İnsan kocaman bir beden olmasına rağmen, ayak parmaklarından birine batan minik bir sarı dikenden veya bir sivrisinek ısırığından mustarip olur. Durur ve o diken veya ısırık ile meşgul olur. Kalp mustarip olur ve beyin bir hal çeresini arar, hülasa bir anda vücudun ahenk ve ritmi bozulur.
Kendilerine imkan ve yetki verilmiş bazı devlet adamları da devletin bütün politikalarını kontrolüne almak istediklerinde, milletin bağrına veya sırtına bir hançer saplar ve bir anda gündemi dilediği gibi manipüle edebilirler, ediyorlar da. Buna kaos teorisinde “Kelebek Etkisi” deniyor. Buna göre Amazon’daki bir kelebeğin kanat çırpması, ABD’de bir fırtınanın kopmasına sebep olabilir.
Ya da şöyle diyebiliriz. Mebdede küçük bir çıkıntı, muhit hattında büyük bir açı meydana getirir. Suriye, Irak ve Libya’da bir askerin cephede öldürülmesi, Ankara’da rejimin değişmesine sebep olabilir. Bunu en iyi askerler bilirler. Türkiye’de Barış Masası’nın devrilmesinde de görünüşte Urfa’da iki polis memurunun evlerinde öldürülmesi sebep olmuştu.
Bir de hatırlayınız; İttihatçılar, sebep oldukları Balkan yenilgisinden dolayı Edirne kaybedilince, Bâb-ı Âli Baskını’nı gerçekleştirerek yönetimi zorla ele geçirmişlerdi.
Bunun gibi birçok örneğini verebilirim. Mesela Emekli Korgenaral Altay Tokat, Güneydoğu’da görev yaptığı dönemde “terör ile mücadelede zafiyet(!) gösteren yargıçları hizaya getirmek için evlerinin etrafına bomba attırdım” demişti. Hakimleri etkilemek için evlerinin etrafına bomba atanlar, Ankara’yı ve TBMM’yi dize ve hizaya getirmek için neler yapmaz ki? Neler yapmadılar ki?
MİT Müsteşarı da benzer bir ifşaatta bulunmuştu. “Suriye’ye dört adam gönderip, Türkiye’ye sekiz füze attırırım” demişti. Böylece bütün bir milleti ve devleti topyekün bir savaşın içine sürükleyebileceğini ifade etmişti. Savaş olunca da devletin idaresi doğal olarak askerlerin idaresine girer. Bu durum beraberinde başka kapıların da açılmasına sebep olur.
Günümüz Türkiye’sinde ise iki Kasım Süleymani sahada yürüttükleri icraatlar ile Ankara’nın kontrolünü ellerinde bulunduruyorlar. Yurtdışında yapılan operasyonlara Hulusi Akar, yurtiçindeki operasyonlara ise Süleyman Soylu karar vermektedir. Böylece Türkiye yıllardır, güya terörle mücadele eden bir devlete dönüşmüştür.
Suriye ve Irak’ta bir taraftan askerler, diğer taraftan PKK’li olduğu iddia edilen militanlar öldürülüyor. Ölenlerin asker olduğunu biliyoruz ama, Irak ve Suriye’de öldürülenlerin gerçekten terörist olup olmadıklarını bilmiyoruz. Ben çoğuna şüphe ile bakıyorum. Çünkü bir çok operasyon, adeta bir film stüdyosunda geçiyor gibi ses, ışık ve kamera düzeni kurulmuş bir şekilde gerçekleştiriliyor. Terörist diye öldürülen bir çok kişinin de masum köylüler ve siviller olduğunu farklı kanallardan öğreniyoruz.
İçeride ise gerek Kürtlere, gerek Gülen Cemaati’ne yapılan operasyonlar birer manipülatif operasyondan ibaret. Yine bir film çekmek için gerekli hazırlıklar tamamlanmış olarak, ağır silahlarla masum insanların evlerine kapılar kırılarak giriliyor; köylüler, çobanlar, kadınlar, yaşlılar ve çocuklar terörist diye tartaklanıyor, işkenceden geçiriliyor, öldürülüyor, hapislere atılıyor… Aslında ortada ne bir terör hadisesi var ne de bir terörist. Kasım Süleymaniler iktidarlarını sürdürmek için Türk’ün Türk’e propagandasını yapıyor, bütün dünya bu trajik komediyi ibretle izliyor.
Bütün harcanan bu emekler, ölen ve öldürülen masum insanlar, geride gözü yaşlı bırakılan çocuklar, yetimler, anneler ve babalar sadece ve sadece Türkiye’nin Kasım Süleymanileri’nin iktidarına hizmet ediyor. Bir zulüm sistemidir almış başını gidiyor. Zulme severek ve bilerek rıza gösteren, alkış tutan koskoca bir ülke, bir enkaza dönüşüyor.
Hulusi Akar ve Süleyman Soylu’nun sahada yaptıkları operasyonlar merkezde bir devlet politikasına, hatta devlet rejimine dönüşüyor. Normalde iktidarı sınırlaması gereken kurumlar olan muhalefet partileri ve yargı kurumları, bu terör tahayyül ve tasavvurunu hakikat tellakki edince iktidarın, daha doğrusu bu iki Bakan’ın emrine giriyorlar. Ülkeyi elbirliği ile uçuruma sürüklüyorlar. İşte kelebek etkisi budur. Dağda öldürülen masum bir köylü veya şehirde hapse atılan masum bir anne bir devleti yıkılışa sürüklüyor.
Akar ve Soylu’nun iktidar hırslarının döktüğü kan ve gözyaşını, kurduğu rejimin konsolidasyonu için fırsata çeviriyor Erdoğan. İktidar olduğu ve Cumhurbaşkanı kaldığı müddetçe, devletin yavaş yavaş yıkılması Erdoğan için önemli bir sorun değildir. Yeter ki ömrünün sonuna kadar Saray’da kalsın.