ABD Erdoğan’ın üzerini çizdi mi?

10 Mayıs’ta bu köşede kaleme aldığım makalede Biden’ın Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’na benzeyen, demokrasi ve insan haklarını temel değer olarak benimseyen bir Modern Roma İmparatorluğu kurmak istediğini ve bu tasavvurun, İpek Yolu gibi projelerle hinterlandını Avrupa’ya kadar uzatan ve bu vesile ile bir imparatorluğu dönüşen Çin’e karşı bir zorunluluk olduğunu ifade etmiştim.

11 Haziran’da ise “Biden NATO’yu kurtarabilecek mi” başlıklı makalede 14 Haziran’da yapılacak zirveyi, 1947 Paris Barış Antlaşması’na benzetmiş ve bu konferansta Trump’ın infirat siyaseti ile yıkılışına sebep olduğu ABD hegemonyasını yeniden kurmaya çalışacağını söylemiştim.

Brüksel’deki NATO zirvesi ve hemen öncesinde Britanya’nın güneybatısındaki Cornwall’da gerçekleşen G7 Zirvesi’nde yaşanan gelişmeler yaptığım analizleri teyit etti. (Burada durup kısa bir açıklama yapma zarureti hasıl oldu: Geçmişteki makalelere yaptığım atıfların temel amacı, yazılarım arasındaki fikri devamlılık ve bütünlüğü hatırlatmak ve ilgili okurların geriye doğru okuma yapmalarını sağlayarak resmin tamamını görmelerine yardımcı olmaktır.)

İkinci Dünya Savaşı’na aynı safta giren ABD ve SSCB, 1947 Paris Barış Antlaşması’ndan sonra farklı kutuplara doğru çekilmeye başlamışlardı. Aslında İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da galipler, mağluplar ve Sovyetler olmak üzere üç kutup meydana gelmişti. 1947’de tırmanan kutuplaşma 1949’da NATO’nun kurulması ile yerli yerine oturmuştu.

Birkaç yıl öncesine kadar ABD, İngiltere ve Fransa ile müttefik olan SSCB, artık Avrupa’nın güvenliğini tehdit eden bir düşmana dönüşmüştü. NATO SSCB’nin yayılmacılığına karşı Avrupa’yı korumak amacı ile kurulmuştu. SSCB’nin yıkılmasından sonra ortaya çıkan tehdit boşluğunu kısa bir süre sonra Rusya doldurmaya çalıştı.

11 Eylül 2001’den sonra İslamcı terörün bir tehdit olarak ortaya çıkması, 20 yıl gibi kısa bir süre NATO’yu meşgul etse de bütün NATO üyelerinin tehdit algısını tatmin edecek bir boyuta ulaşmamıştı. Rusya’nın SSCB’ye nazaran zayıf bir tehdit olması da NATO’nun zayıflamasının nedenleri arasındadır. Bir önceki yazıda bahsettiğim Trump’ın izolasyon teşebbüsü NATO’nun zayıflamasına bir diğer sebep olarak varlığını korumaktadır.

Tehditlerin zayıflığına ek olarak Avrupa’nın ABD’ye duyduğu güvenin eksilmesi sadece NATO’yu zayıflatmamış, aynı zamanda Çin’in sessizce yükselmesine de zemin hazırlamıştı. Üstelik NATO’nun İslamcı terör ile meşgul olması, Çin’in küresel bir güce dönüşmesine fırsat vermişti.

Şimdi ABD ve NATO gerçek tehdidin geldiği yeri tespit ettiklerinden, Irak ve Afganistan gibi yerlerdeki askerlerini geri çekmeye karar verdiler. Buraların güvenliğini vekil güçlere havale etme iradesi ortaya çıkmıştır ki Erdoğan bunu, eski günlerin şaşasına dönebilmek için bir fırsat olarak görmektedir. Erdoğan yanılıyor.

NATO’nun beyin ölümünden sonra komadan çıkmasının, ancak önüne yeni ve daha büyük bir hedefin ve/veya tehdidin konması ile mümkün olacağını gören Biden, Çin tehlikesini öne sürdü. G7 ve NATO üyelerinin bu tehdidi satın alması ile yeni bir NATO kurulmuş oldu. (G7 üyelerinden Japonya hariç diğer ülkeler halihazırda NATO’ya da üyedirler.) Bundan dolayı 14 Haziran 2021 tarihini Yeni NATO’nun doğuş tarihi olarak tespit etmek isabet olacaktır. Eski NATO’da düşman SSCB iken, Yeni NATO’da hedef düşman Çin’dir.

Tehdit ve düşman mahiyetinin değişimi, yakınlığı ve büyüklüğü NATO’daki konsept değişimini de hızlandırmıştır. G7, NATO ve PESCO gibi paktların Demokrasiler İttifakı’nın zeminini oluşturacağı anlaşılmış ve demokratik değerler etrafındaki bu toparlanma ile otoriter değerlerin merkezi olan Çin’e karşı mücadelenin startı verilmiştir. Yeni NATO yeni bir dünya düzeninin kuruluşu demektir bir yönü ile. Modern imparatorluklar çağı veya düzeni.

NATO zirvesini partallaşmış Erdoğan ile zinde Biden zirvesiymiş gibi değerlendirenler, işin en başında hata yapmışlardı. Erdoğan idaresindeki bir Türk ordusunu, hâlâ, NATO’nun en güçlü ikinci ordusuymuş gibi görenler de hata yaptıklarından, zirve ile ilgili yorumlarında yanıldılar. Orduların konsepti değişmiş, askerlerin sayısından ziyade, ileri teknolojiye sahip ordular ancak güçlü ordulardır. Türkiye’nin birçok NATO ülkesinden teknoloji dilendiğini göz önüne alınca, ikinci büyük ordu tanımı boşlukta kalıyor. Hele kurmay sınıfının tamamı ve generallerin yarısı tasfiye edilmiş bir ordu nasıl güçlü olabilir ki?

Bir kere, Biden’ın hedefi NATO’yu kurtarmaktı. Erdoğan NATO’da problem olmaya devam etmekle beraber, eli en zayıf olan liderdi. Her şeyden önce 17/25 yolsuzluklarının dosyaları ABD’nin elindeydi ve Erdoğan’ın eli mahkûmdu. Biden ne derse, onu yapmak zorundaydı. Erdoğan iflas etmiş bir ülkenin lideri. Ulusal ve uluslararası suç dosyalarında adı geçen bir lider.

Toplumsal desteği her gün biraz da eriyen bir lider. Erdoğan gidici. Hem de çok yakın bir zamanda. Erdoğan’ın kendisini kurtarmaktan başka bir hesabı yok. Erdoğan, Biden görüşmesine hiçbir devlet adamını almaması ve tercüman olarak sadece aileden sayılabilecek genç bir çocuğu alması kendi ikbali için yapacağı pazarlığın dışarıya sızmasını engellemek arzusundandır. Biden ile yapılan kısa görüşmede 17/25 bağlantılı dosyaların konuşulduğundan şüphe etmiyorum. 

Ben Erdoğan’ın Brüksel’deki haline bakınca iktidarının son yılındaki Adnan Menderes’i hatırladım. 1959 sonbaharında, çöken ekonomi için kredi bulmak için Washington’a giden Menderes, kibrine yenilmiş olacak ki ABD ile bazı konularda pazarlık yapmaya kalkmıştı. İçeride basını susturan Menderes, Türkiye’de basın özgürlüğü varmış görüntüsü vermek için yanına -bir ikisi muhalif olan- gazetecileri de almıştı. Ne kadar çocukça!

Böylece ABD’yi Türkiye’de basın özgürlüğü olduğuna ikna edeceğini düşünüyor. İçeride otoriterleştikçe otoriterleşen, DP’deki yolsuzluklara göz yuman, muhalefeti susturmak için milletvekillerini ve parti liderlerini hapse atan, gazetecilere olmadık baskıları yapan, Ege’de halkı İnönü’yü linç etmeye sevk edecek kadar gözünü karartan Menderes, şimdi Eisenhower ile demokrasicilik oyunu oynamaya kalkışıyordu. Kibir insanın gözünü nasıl da kör ediyor!

Menderes’in Eisenhower ile görüşmelerini değerlendiren dönemin Washington Büyükelçisi Suat Hayri Ürgüplü şunları söyleyecekti: “Amerikalılar Menderes’in üzerini çizdi.”

Biden Erdoğan görüşmesinden dışarı sızanlara bakınca ben de Ürgüplü gibi düşünmeden edemedim. “Amerikalılar Erdoğan’ın üzerini çizdi.” Biden’ın diplomatik nezaketi muhafaza etmesi, siyasi ömrünü doldurmuş bir liderin, NATO üyesi Türkiye’ye daha fazla zarar vermesini engellemek içindir. Biden, Eisenhower’ın kredi yerine Menderes’in koltuğunun altına sıkıştırdığı fotoğraf gibi bir fotoğrafı Erdoğan’ın eline vererek, onu NATO ittifakı içinde tutmayı başardı ve Türkiye’yi ateşe atmayı engelledi diye düşünüyorum. Görüşmeyi şöyle özetleyebilirim: Biden ne Türkiye’yi bıraktı ne de Türkiye’yi Erdoğan’a bıraktı.

Gördüğüm kadarı ile Erdoğan’a NATO çerçevesinde yapılması gereken ile ilgili bir yol haritası belirlenmiş ve ev ödevleri verilmiş. Bunun takibi de Almanya’ya verilmiş. Almanya Savunma Bakanı Kramp-Karrenbauer bu ev ödevlerinin takibi için Türkiye’ye geliyor. Bundan sonra Almanya ile daha yoğun ve sıkı ilişkiler beklemek gerekiyor.



About Me

Ali Agcakulu is an academic, author, and columnist. After he graduated from the Graduate School of Social Sciences at the Yildiz Technical University in 2016, he worked as a Postdoctoral research fellow at The Catholic University of America. He published two books; “The Brief History of Kurdish Nationalism” and “Said Nursi’s Political Theory or The Reform of Islamic Political Thought”. As a journalist, he was a columnist with Rota Haber and Ocak Medya news websites between 2015-2019. He also has many academic and semi-academic articles published in various magazines and newspapers. He is currently a columnist with the Ahval News website. His expertise is on the history and philosophy of Turkey’s relationships between religion and politics.

Haber bülteni

%d blogcu bunu beğendi: