Paris’te bir öğretmenin kafası, onun fikirlerini beğenmeyen bir terörist tarafından kesildi. Bu Paris’te benzer amaçlarla işlenen ilk cinayet değildi. Bu cinayeti ‘İslamcı terör’ olarak tanımladı, Fransa Başbakanı Jean Castex. İslamcı terör tanımı, terör kelimesini kendine yakıştırmayan Müslümanları rahatsız etmiş olabilir.
Pekala, nasıl tamamlayacaksınız bu eylemi? ‘İslam barış dinidir’ veya ‘Müslüman terörist olamaz, terörist de Müslüman olamaz’ klişeleri ile kendinizi temize çıkarıp, bu eylem ve ona bina edilen söylemi ‘keenlemyekün’ yani ‘yok hükmünde’ sayıp, ademe yani yokluğa mahkum mu edeceksiniz? Kesilen başı hangi yokluğa gömebilirsiniz? Ellerinizdeki kanı hangi abdest suyu ile yıkayabilirsiniz?
Bence böyle bir tepki, kendinizi ademe mahkum etmekten başka bir işe yaramaz.
Bakın size, herkesin bildiği ama ifşa edemediği, bir sır vereyim: Artık, Müslümanlar terörist, teröristler de Müslüman olabiliyor maalesef. Son on yılda bunun binlerce örneğini gördük. Hem de öyle böyle terörist de değil!!! Vahşet ve dehşet kelimelerinin tanımlamaktan aciz düştükleri ‘kafa kesmek’ türü eylemleri yapan teröristler gördük.
Medenileşen insanlığa ayak uydurma kabiliyetine ve medeni düşüncelerle mücadele etme araçlarına sahip olamayıp, medeniler karşısından aldığı ağır yenilginin travması ile hareket eden bazı kişi ve İslami gruplar, rakiplerini ilkel çağlardaki gibi ağır bir vahşetle cezalandırmak için, o ilkel çağların tecziye metotlarını kullanıyorlar. Eskiden bunlara eşkıya, şimdi ise terörist diyoruz.
Bu tür terör eylemlerin bireysellikten çıkıp, belirli İslami düşünceye mensup grupların kurumsal eylemine dönüşmesi, onların mensup olduğu düşünce ve inancın analizini yapmayı zorunlu hale getirmektedir. Böylece, bu vahşetin altında yatan temel motivasyonun ne olduğu anlaşılabilir. Ama önce, bu tür eylemlerin görüldüğü yerlere bakmak ve oralardaki siyasal gelişmeleri analiz etmek gerekiyor.
Yakın tarih itibari ile bu vahşetin ilk sergilendiği yer, IŞİD’in egemenliğine giren Irak ve Suriye topraklarıdır. Dünyanın her köşesinden buraya akın eden radikal, selefi ve cihadist grupların kümelenme yeri olan bu topraklarda, bir İslam devleti kurmak için seferber olan insan yığınlarının en sık başvurduğu eylemlerden idi, kafa kesmek. Her ne kadar, gerçekte kafası kesilen İslam olsa da, kafa kesenler Müslüman idi. Böylece IŞİD, sesini dünyaya daha gür bir şekilde duyurabildi. Bu düşünce ve eylemi benimseyenler akın akın onlara katılmaya veya destek vermeye başladı.
IŞİD’e en büyük desteğin kuzeydeki dostu ve hamisi Recep Tayyip Erdoğan’dan geldiğini, aslında, bütün dünya biliyor. Binlerce tır mühimmat Erdoğan’ın kara kutusunun organizasyonu ile teröristlere ulaştırıldı. Bazı tırlar yakalandı. ‘Mit tırları’ diye bilinen, teröre destek veren bu araçları yakalayan savcılar ve onu haberleştiren gazeteciler hapislere atıldı. Ama bütün dünya Erdoğan’ın öfkeli gençlerden oluşan inanç kardeşlerine verdiği desteği gördü. Türkiye’nin İblid konusundaki yaklaşımı, oradaki selefi ve cihadist örgütlerin muhafızlığı şeklinde tezahür etti. Yaralanan IŞİD’lilerin Türkiye’de tedavi edilmesinden tutun da, o bölgedeki militanların Libya ve Karabağ gibi savaş bölgelerine sevk edilmeleri Erdoğan ve IŞİD işbirliğinin varabileceği boyutlar hakkında fikir vermektedir. Bilmem, dünya yaklaşan büyük tehlikenin farkında mı?
Paris’in yeni yüzleştiği vahşetle, bizler 15 Temmuz’da, Boğaz Köprüsü’nde tanışmıştık. TSK’ya tuzak kuran Erdoğan ve onun imamlarının çağrısı ile köprü ve askeri kışla gibi mekanlara gönderilen teröristler, yakaladıkları savunmasız çocukların kafalarını kesip, Boğazın serin sularına atmışlardı. Üstelik linç ettikleri ve kafasını kestikleri çocukların cesetleri üzerinde hatıra fotoğrafı çekecek kadar, bu terör eyleminden dolayı herhangi bir kovuşturma ile karşılaşmayacaklarına emindiler. Zaten Erdoğan da, bilahare yaptığı yasal düzenlemelerle, bu katillere ve peşi sıra gelecek katillere yasal zırhlar hazırlayacaktı.
Pekala dünyadaki bütün selefi ve cihadist örgütlerin hamiliğini üstlenen ve onlar üzerinden bir ‘halifelik rüyası’ kurgulayan Erdoğan’ın Paris’teki cinayetle ne ilgisi olabilir?
Ben Paris’teki bu olayı araştıran bir savcı olsaydım, soruşturmayı Erdoğan’ın 30 Ağustos 2020 tarihindeki şu açıklamasından başlatırdım. ‘Fransız halkı muhteris ve kifayetsiz yöneticileri yüzünden ödeyecekleri bedelleri biliyor mu?”
Evet, Fransız halkı çok acı bir bedel ödedi. Bu bedelin Erdoğan ile direk bir ilgisi var mı bilmiyorum, ama yukarıda verdiğimiz örneklerde olduğu gibi, onun bu terör eylemi ile dolaylı bir ilgisinin olmadığını da kimse söyleyemez. En azından bir ideoloji kardeşliğinden bahsedebiliriz.
Erdoğan iktidarı bir yönü ile selefi bir hareketin modern zamanlardaki ilk zaferi sayılabilir. Diyanet teşkilatı içinde 17. Yüzyıl’da Kadızadeliler hareketi ile başlayan selefi yapılanma, günümüze kadar kripto bir damar olarak varlığını sürdürmüştür. Bu derin yapının hem AKP’nin kuruluşunda aktif rol aldığı, hem de Erdoğan’ı bir lider olarak hazırladığı, artık bilinen bir gerçektir. Nihayet AKP iktidarı boyunca pekiştirdikleri bürokratik ve siyasi güç ile iktidarın, doğrudan ortağı olmayı başarmışlardır. Şimdi ise bu güçlerini, Avrupa’daki DİTİB türü dini organizasyonlarla tahkim etmek ve oradaki selefi ve cihadist mobilizasyonunu bu organizasyonlar vasıtası ile kontrol etmek ve yönetmek amacıyla kullanıyorlar. Elbette arkalarında koca bir devletin istihbarat ve ekonomik gücünü alarak.
Batı’nın tutarsızlığı ya konuyu bilmemelerinden, ya da soruna parçacı yaklaşımlarından kaynaklanmaktadır. Halbuki sorun yekparedir. Aradan geçen zamana rağmen bir bütündür.
Tıpkı Türk tipi selefiliğin ilk temsilcilerinden Kadızade Mehmet Efendi’nin, arkasına Osmanlı padişahlarının desteğini alarak, Halveti Şeyhi Abdülmecid Sivasi ile mücadeleye başlayıp, onların varlıklarını talan ve yok etmeye muvaffak olması gibi, Diyanet de Gülen cemaati ile mücadeleye başlayıp, Erdoğan’ın hırslarını ve kinini arkasına alarak, büyük bir talan ve katliama muvaffak oldu. Aradan 350 yıl geçmiş olsa da, aynı olay farklı kahramanlar tarafından yeniden aynı sahnede oynandı. Yine fetvalar verildi. Yine başlar kesildi. Yine ırza geçildi. Yine mal mülk talan edildi.
Şimdi ise Türkiye’de doğası itibari ile selefi olmaları mümkün olmayan bir çok cemaat ve tarikatın da artık selefileştiğini söyleyebiliriz. Cemaat ve tarikatlardaki bu değişim Türk tipi selefiliğin hanesine başarı olarak yazılabilir.
Sadece dini yapılar değil, devletin kurumlarında da hızlı bir dönüşümden bahsedebiliriz. Daha evvel TSK gibi önemli kurumlarının selefileşmesinden bahsettim. Batı muhtemelen bu yaşananları ciddiye almadı. Ilımlı İslamı temsil edenlerin imhasına göz yumdu. Hatta Batı’da Erdoğan’a, ılımlı İslam’ın temsilcilerine karşı yaptığı bu katliamlardan dolayı, kısmi bir desteğin olduğunu da söyleyebiliriz. Böyle bir destek olmasaydı, bu kadar cesur adımlar atamazdı, diye düşünüyorum.
Paris’te bir öğretmenin kafasının kesilmesi ile helikopterden bir köylünün atılması arasında nasıl bir fark olabilir? Helikopterden atılan köylü, Boğaz’da kafası kesilen asker ve Paris’te hunharca katledilen öğretmen hep aynı selefi zihniyetin mağdurudurlar. Helikopterden atılan köylünün, Boğaz’da başı kesilen NATO askerinin hesabını soramayanlar, Paris’teki cinayetin izini sağlıklı bir şekilde sürdüremezler.
Selefiliğin inanç zeminini oluşturan tevhit ontolojisini ise başka bir yazıya bırakıyorum.